29 Nisan 2013 Pazartesi

COZUM SURECI NE KARSI CIKMAK!!!!!!!


Daha yirmili yaşlardaki asker ve dagdaki gençleri düşünüyorum; PKK’nın Türkiye toprakları dışına çekilme kararı en çok onları sevindirmiştir. Çünkü bu anlamsız savaşın gerçek kurbanı onlardı. Binlerce genç, yıllardır daha hayatlarının baharında korkunç bir savaşın içine sürüklenerek, ölmeye ve öldürmeye zorlanıyordu.
Bu acımasız savaşta çoğunu kaybettik.
Çoğu evinden, ailesinden uzakta, bir karakolda ya da bir dağın kuytusunda toprağa düştü.
Çoğunun sevgilisine sözü vardı; tez zamanda dönecek ve evleneceklerdi.
Çoğunun annesine, babasına sözü vardı; döndüğünde onlara bakacak, evin direği olacaktı.
Bu ülke kurtaramadı nice genç evladını.
Anne ve babalar çocuklarını kendi elleriyle toprağa gömdü.
Eşler ve sevgililer yaşam sevinçlerini kaybettiler.
Oysa bu savaş olmasaydı gençler, daha nice güneşli bahar sabahına uyanacaktı.
Pek çok bayram sabahı göreceklerdi.
Yanlarında eşleri, çocukları olacaktı.
Anneleri, babaları...
Maç izleyecek, takımları yenildiğinde küfürler savuracak, eş-dost ile hayatın bütün olağan neşe ve kederini tadacaklardı.
Olmadı...
Kimi suçlarsak suçlayalım zamanı geriye çevirmek mümkün değil, gideni geri getirmek de...
Geçmişi değil ama geleceği kurtarmak mümkün.
Türkiye başlatılan “çözüm süreci”yle işte bunu başardı.
Üç aydan fazla bir zamandır tek kurşun patlamadı.
Barış süreci olmasaydı kimbilir kaç genç daha ölecekti.
Savaşa kurban gitmeyenlerin hepsi bugün heyecanla ailesine, evine kavuşmayı, hayata karışmayı bekliyorlar.
Bize basit gelebilen bu küçük heyecanların, her an ölümle burun buruna yaşayan gençler için ne kadar önemli olduğunu belki tahmin bile edemiyoruz.
Ama onlar için bunlar yaşam ve ölüm demek.
Çözüm sürecine karşı çıkılırken bir de bu açıdan olaya bakmakta fayda var.
Ölümü her an enselerinde duyan o gençlerin bizden/ ülkelerinden beklentilerine dair bir fikrimiz var mı?
Henüz hain bir pusuda toprağa düşmeyen ama ölüme bir nefes uzakta olan gençlerin neler hissettiğini biliyor muyuz?
Peki ya yüreklerinin nasıl kanadığını?

22 Nisan 2013 Pazartesi

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Mesajı








Bu dünyayı yüreklerindeki sevgi tomurcukları ile yeşertecek olan çocuklarımızın her türlü olumsuzluktan uzak, sevgi ve güven dolu bir ortamda yetiştirilmesi noktasında hepimize düşen sorumluluklar bulunmaktadır

Türkiye Büyük Millet Meclisi; umutsuzluğun, yoklukların ve zorlukların hakim olduğu bir dönemde, 23 Nisan 1920'de açılmış ve geleceğimizi aydınlatan günlerin habercisi olmuştur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı 23 Nisan 1920'yi, ulusumuza çocuk bayramı olarak armağan ederek, hem ulusun geleceği olan çocuklara verdiği değeri ve duyduğu güveni, hem de dünya barışına verdiği önemi göstermiştir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, dünya çocuklarının katılımıyla kutlanan ilk ve tek çocuk bayramıdır.


Bu bayram, dünya çocukları arasında barış ve kardeşliğin paylaşılmasına ve dolayısıyla dünya barışına hizmet eden bir bayramdır.

Bugün insanlığın ortak hayali savaş, baskı ve şiddetten arındırılmış barış ve huzur dolu bir dünyada yaşamaktır.


Tüm dünya çocuklarının 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını en içten dileklerimle kutluyorum.

                                                                                 


Aybar UYGUR

18 Nisan 2013 Perşembe

DEMOKRASİSİZ BARIŞ OLMAZ....






Demokrasi adalettir. Adaletsiz ve demokrasisiz, olsa olsa ateskes olur..

 Baris icin adaletin, adalet icin de demokrasi ve ozgurluklerin garanti altina alinmasi gerekli.. Ancak demokrasinin saglayabilecegi esitlik ve adalet olmadan da baris kalici olamaz.. Adaletsizlik ve esitsizlik probleminin cozumlenmedigi ortamda baris bozulur, kavga gurultu yeniden baslar..

Hepsine tamam, hepsine eyvallah...

Pekiii, demokrasinin, ozgurluklerin, adaletin ve esitligin onune dikilen gucler;
savas ve kaos ortaminin derinlesmesiyle mi yoksa ateskes ve barisla mi amaclarina daha kolay ulasirlar..???
Savasin, kanin, nefretin, kutuplasma ve kamplasmanin getirdigi bir kaos sarmalinin icinden demokrasi ve ozgurlukleri devsirebilir miyiz ??

Demokrasi ve ozgurlukler duzeninin sagliyabilecegi esitlik ve adalet olmadan baris olmaz..
Ama baris olmadan, kan durmadan ve gerginlik dinmeden de demokrasi ve ozurluk mumkun mu ?

Demokrasisiz baris olmaz, tamam..
Peki barissiz demokrasi olur mu ?

17 Nisan 2013 Çarşamba

FAZIL SAY VE DEMOKRASİMİZ


Bir ülkede toplumun gelişmesi, demokratikleşmesi, özgürlük ve insan haklarının genişletilmesinde sanatçıların rolü çok büyüktür.
Gazetelerin bile yalnızca haber başlıklarını okumakla yetinen bir toplumda tanınmış kişilerin ve özellikle de sanatçıların her söylediği söz toplumda geniş yankı bulur.
Bu nedenle de sanatçıların toplumsal sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları gereği de söyledikleri her söz, tavır ve davranışlarında daha özenli, dikkatli olmak zorundadırlar.
Son günlerde, özellikle de kendilerini Kemalist, Atatürkçü olarak öne çıkaran, sözüm ona cumhuriyete sahip çıktığını iddia eden kimi sanatçılar, yine o bildiğimiz kibirli, üstenci, ukala tavırlarıyla toplumda gereksiz tartışmalara neden oldular. Aslında aydın ve sanatçılarda sıkça rastladığımız aşırı özgüvenden kaynaklı yüksek ego ve buna bağlı kompleksleri bir anlamda hoşgörüyle karşılamak mümkün olabilir.

Fazıl Say hakkında 10 aylık hapis cezası verildi. Köşe yazarlarının ne yazdıklarına baktım. Ufuk açıcı hiçbir şey yoktu. Sadece yakınma ve suçlama psikozuyla yazmışlar. Yararsız entelektüelden geçilmiyor bu ülkede..

Parmaklarını dünyaya kabul ettiren bir sanatçının dilinin içinden çıktığı toplumun değerlerini hiçe sayarak toplumu ayırıcı ve aşağılayıcı üslubunu kabullenmek mümkün değil...Yetenekleri öfkesini yenemeyen biri geliyor bana hep Fazıl Say…Onun yaptığı şık değildi ama ona yapılan da, demokrasinin bu ülkede nedenli emeklemede olduğunun da kanıtı sanırım.

2 Nisan 2013 Salı

İNSANIN HALLERİ


Bazen içi boşalır gibi olur insanın, sanki bir vakumla çekerler nefesini, derin derin soluklanır.

Bazen büyük bir ciddiyetle yaşadığı hayatta ne kadar ufak bir noktacık olduğunu hatırlar insan, bacaklarını karnına çekip korumak ister kendini.
.
Bazen durur da bir geriye bakar insan, tüm yaşananların, tüm yapılanların, tüm sevilenlerin, tüm söylenenlerin nereye gittiğini düşünür.

Bazen yürüdüğü yollar anlamsızlaşır insanın, nereden geldiğini, nereye gittiğini şaşırır. Tüm yollar bir boşluktan gelir, koskoca bir boşluğa gider sanki, midesinin üzerinde bir yerlere düğümler atılır.

Düşünür insan. Sorgular, hesaplaşır, sayfalar açar, sayfalar kapatır, bedeller öder, fedakarlıklar yapar, sorumluluklar üstlenir, gider, gelir, susar, söyler, kaydeder, siler, unutur, hatırlar.

Erdemlidir... Tevazu gösterir... Kendini bilir... Haddini bilir... Kendini çok da fazla büyütmemesi gerektiğinin farkındadır... Bu dünyanın hiç kimseye kalmadığını unutmadan yaşar... Yaşadıklarını, sahip olduklarını fazla abartmaz... Her şeyin gelir geçer olduğunu ayrımsar...Kendisini dünyanın merkezinde zannetmez... Dünya üzerinde hakka sahip tek canlının kendi türü olduğunu düşünmez... Koltuklara, unvanlara, daha daha yukarıdaki dallara tutunmaya çalışmaz...Soluğu her kesildiğinde, her kendisini ufacık hissettiğinde, her boşluğa düştüğünde bir yerlere imza atması gerektiğini fark eder. Birilerinin elinden tutması gerektiğini, yüreğinden bir şeyler koyması, emek harcaması gerektiğini, ardından izler serpiştirmesi gerektiğini bilir. Ama küçük ama büyük izler bırakmaya gayret eder, bu koca dünyada. Küçüldükçe büyür. Paylaştıkça çoğalır.

Erdem yoksunudur... Unutuşun o kalın örtüsünü serer yaşadıklarının üzerine... Kendini de haddini de bilmez... Yaptığı en ufak şeyi bile insanların gözünün içine sokmaya çalışır... Sanki dünyaya kazık çakacak gibi yaşar... Gülmesi, konuşması, lüksü görgüsüzce abartılıdır... Hep orada kalacağını, hep o koltuğa sahip olacağını, hep etrafının o adamlarla dolu olacağını düşünür... Bir yerlere imza atması gerektiğini fark eder... Birilerinin ayağını kaydırmaya, birilerinin eteğinden çekmeye, birilerinin üstüne basmaya çalışır. Ama büyük ama küçük bir şeyler götürmeye çalışır bu hayattan. Büyüdükçe küçülür. Çoğaldıkça azalır.
.
Bazen soluğu kesilir insanın, bazen köşeye çekilir, bazen içi boşalır... O zaman durur ve izler. Hayatı 'olmaya' çalışarak yaşayanlara bakar. Bitmeyen bir yolculuk gibi görenlere, başı semaya dönük nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu bilerek salına salına dönenlere bakar, paylaştıkça çoğalanlara, emek harcadıkça hayattan kazananlara bakar insan. Bazen dinler insan, o güzel tevazu sözlerini, o unutmamanın, hatırlamanın, var olmanın, var olmaya çalışmanın, 'oldum' dememenin, "bu dünya Sultan Süleyman'a bile kalmadı" diyenlerin, bunu bilenlerin ama gerçekten bilenlerin söylediklerini.
.
Bazen durur da izler insan, gelip geçiciliğe direnmeye çalışanların çabaları, söylenenler, görülenler, yapılanlar damla damla düşer de yıkar, temizler insanın ruhunu.
.
Bazen içi umutla ve sevinçle dolar insanın, sanki bahar havasını, fulyaların kokusunu çeker içine.
.
Bazen ufacık noktaları birleştirerek ortaya çıkardığı o güzel resimlerin olduğu oyunları hatırlar. Kocaman bir adım atmak ister, diğerine doğru.
.
Bazen durur da bir geriye bakar insan, tüm yaşananların, tüm yapılanların, tüm sevilenlerin, tüm söylenenlerin nasıl da bir yaşamı inşa ettiğini fark eder ve teşekkür eder yaşadıklarına.
.
Bazen yürüdüğü yollar heyecanlandırır insanı. Yeni yollara girmek, yeni hayatlara başlamak, yeni anlamlar yüklemek umutlar salar yüreğine....