16 Kasım 2011 Çarşamba

'BEDELLİ ASKERLİK' Tartışmaları ışığında Dr Salih AKYÜREK in Akademik araştırmasından bir kesit.

 Türkiye’de Askerlik Hizmetinin Kısa Geçmişi

Bugünün askerlik uygulamasını tartışabilmek için, en azından yeniçeri uygulamasının sonlandırıldığı ve ilk düzenli ordunun teşkil edildiği 1826 yılına kadar olan uygulamaların bilinmesi gerekmektedir. 1826’dan günümüze askere alma konusundaki düzenlemeler ve askerlik süreleri aşağıda verilmiştir.78 ASKERİ TEŞKİLAT / KANUNİ DÜZENLEME ADI YÜRÜRLÜK/ DEĞİŞİKLİK TARİHİ MUVAZZAF ASKERLİK SÜRESİ
Asakir-i Mansure-i Muhammediye 1826 Bilinen Belirli Bir Askerlik Süresi Yok
Redif-i Asakir-i Mansure-i Muhammediye /Redif Nizamnamesi 1834 Bilinen Belirli Bir Askerlik Süresi Yok
Tenkisat-ı Celile-i Askeriye Fermanı 08 Eylül 1843 5 Yıl
Kanunname-i Askeri (Kur’a Kanunu) 1846
Kuvve-i Umumiye-i Askeriye Nizamnamesi 18 Ağustos 1869 4 Yıl
Asakir-i Şahanenin Tertibat-ı Müteyemmene-İcedideye Tevfikan Suret-i Ahzini Mübeyyin Kanunname-i Hümayün 25 Ekim 1886 Bahriye 8 Yıl
Diğerleri 6 Yıl
21 MART 1911 3 YIL
296 Sayılı Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u Muvakkatı 12 Mayıs 1914 Bahriye 3 Yıl - Diğerleri 2 Yıl
15 OCAK 1924 Jandarma 3 Yıl - Bahriye 5 Yıl
Diğerleri 1,5-2 Yıl
1111 Sayılı Askerlik Kanunu 21 Haziran 1927 Mızıka 2 Yıl - Jandarma 2,5 Yıl
Bahriye 3 Yıl - Diğerleri 1,5 Yıl
30 KASIM 1935 Piyade 18 Ay
Jandarma-Gümrük 30 Ay
14 TEMMUZ 1950 Jandarma-Gümrük 30 Ay
Bahriye 3 Yıl - Diğerleri 2 Yıl
01 ŞUBAT 1963 24 AY
27 TEMMUZ 1970 20 AY
01 MART 1985 18 AY
10 EYLÜL 1992 15 AY
06 OCAK 1995 18 AY
15 TEMMUZ 2003 15 AY

Tabloda ayrıntıları aktarılan 184 yıllık süreç içerinde, 1826-1914 yılları arasındaki dönemde, maaşlı askerlik uygulamasından kura ile askerliğe kadar, içerisinde bedelli askerliğin de (bedeli nakdi ve bedeli şahsi) olduğu farklı yöntemler uygulanmıştır. Bu dönem içerisinde pek çok grup ve kimseye getirilen muafiyetlerin de etkisiyle, askere alma uygulamasında çok da başarılı olunamadığı görülmektedir.
Zorunlu Askerlik ve Profesyonel Ordu

Dünya’da zorunlu askerlik uygulamasının bugünkü anlamda başlangıcı Fransız İhtilali dönemine gitmekle birlikte, uygulama bizde ilk defa 12 Mart 1914 tarihli ve 296 Sayılı Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u Muvakkatı ile başlamaktadır. 1914 tarihinde başlayan zorunlu askerlik uygulaması ile askere almada eskiye nazaran hem yöntem hem de uygulama temelinde başarılı olunmuştur. 1927 yılında yine zorunlu askerliği temel alan ve bugün hala geçerli olan 1111 sayılı askerlik kanunu yürürlüğe girmiştir. 1927 yılından bugüne kadar, süresi kısalmakla birlikte, askere alma usul ve esaslarında önemli bir değişiklik olmadığı görülmektedir.

Bugün, zorunlu askerlik 1111 Sayılı Askerlik Kanunu ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu çerçevesinde farklı statülerde yerine getirilmektedir. Dört yıllık üniversite (lisans) mezunlarından yedek subay adayı olarak seçilenler için 12 ay olan bu süre, aday olarak seçilmeyenler için erbaş ve er olarak altı aydır. Toplam en az üç yıl süre ile fiilen yabancı ülkelerde bulunan yükümlüler ise 21 günlük temel askerlik görevi ve 5112 Euro ödeme ile Dövizle Askerlik hizmetinden faydalanabilmektedirler. Bu şartları taşımayan diğer tüm erkek ve sağlıklı T.C. Vatandaşları için zorunlu askerlik süresi ise erbaş ve/veya er statüsünde 15 aydır.


Mevcut zorunlu askerlik uygulamasının olumlu yönleri:
. Toplumda kısmen birbirine yabancı olan farklı sınıf ve grupların kaynaşmasına katkı sağlamaktadır.

ii. Özellikle alt gelir grubundaki kişilerin eğitim ve sosyalleşme süreçlerine olumlu yansımaktadır.

iii. Bazı askerlerin katıldığı meslek edindirme kursları sayesinde kişileri sivil yaşama hazırlamaktadır.

iv. Doğru kadrolarda etkin çalıştırıldıkları durumda vatandaşların yurt sevgileri ve toplumsal değerlere adanmışlıkları yükselmektedir.

v. Ordu ile toplum arasındaki yabancılaşma ve kopukluğu bir dereceye kadar önlemekte, ordunun dışa tamamen kapalı bir organizasyona dönüşmesini engellemektedir.
Mevcut zorunlu askerlik uygulamasının olumsuz yönleri:

i. Sistem kişileri hiçbir maddi karşılık ödemeksizin 15 ay silâhaltında tutmaktadır.

ii. Devlet bu süreçte, bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin bakımını üstlenmediği gibi (müracaata bağlı bazı dolaylı tedbirler tanımlanmakla birlikte), yeni Sosyal Sigortalar kanunu düzenlemesine kadar ailelere sağlık güvencesi de sağlamamıştır.


iii. Askere alınan kişilerin çalışmasına ve gelirine bağımlı aileleri için askerlik ekonomik ve psikolojik bir yıkıma dönüşebilmektedir.

iv. İşveren konumunda olan veya kariyer hedefleri olan insanlar için askerlik süreci önemli kayıplara sebep olabilmektedir.

v. Ekonomiye katma değeri fazla olan kişilerin eşit şartlarda askere alınması nedeniyle, milli ekonomi kayba uğramaktadır.

vi. İnsanlar uğurlama törenleri ile askere gönderilse de çoğunluğu gönülsüz ve isteksiz olarak hizmet etmektedir.


2 Kasım 2011 Çarşamba

BİRİMİZ ÜŞÜYOR SA HEPİMİZ ÜŞÜMELİYİZ.....


 


Onlar, o hiçbir şeyden yapılmamış adamlar,
Üşümüş, yorgun ve bütün gün adres soranlar… (Edip Cansever)
                                      Yoksulların en korktuğu mevsimdir kış. Sevmemek değil, korkmak… Yoksa ipince yağan yağmurlar sevilmez mi hiç? Yoksullar da sever elbet kış aylarını ama işte korku başka bir şeydir. Kara kışa ağız dolusu sövgü vardır, şu soğuklar bir bitse, cemre düşse, bahar bir görünse… Zira ayaz gözkapaklarını dondurur, zalim rüzgâr kemiklerini kırar insanın. Oracıkta bekleyen türlü hastalıklar  vardır: Böbrekler üşür, ciğerler üşür, bakışlar dahi üşür. Üşümek, hep üşümek, giderek daha fazla üşümektir yazgısı yoksulların. Üstelik dünya da kapamıştır gözlerini yoksullara. Kalpler kırılmamak üzere buz tutmuştur. Ve ölüler insanlar sessiz sedasız, ağıtsız ve matemsiz. Yetersiz beslenmeden, çok üşümekten, yorgunluktan ama en çok da çaresizlikten, umutsuzluktan… Ölümün en kötüsüdür bu, Ahmed Arif’in ifadesiyle “fukaranın ölümü”.

                                         Yoksul insanlar nerede ölürler? Derme çatma evlerinde... Ama bir de “evsizler” vardır. Yani iki göz odası olmayanlar… Tekmil sokaklardır bu insanların evleri. Bu dünyada başlarını koyacakları bir evleri olmamıştır. Yoksulluktan da öte “sefalettir” bu. Kışın çırılçıplak şiddeti, en fazla evsizleri vurur. Tüm kapılar kapalıdır, camilerinki bile. Türkiye’de yaklaşık 70 bin “evsiz” insan var. Devletin, sermayenin ve toplumun her gün bir sel gibi yanından akıp geçtiği ama bir türlü farkına varmadığı 70 bin insan... Kimsenin görmediği bu insanların çoğu donarak ölüyor. Büyük ve yüksek güvenlikli siteler inşa ediliyor, boyuna kalkınıyoruz inşaat sektöründe ama memleketin evsizlerine küçücük de olsa bir yer tahsis etmek kimsenin aklına gelmiyor maalesef.
                                            Neyse ki, “merhamet” duygusu aşınmamış olanlar var.