15 Ekim 2013 Salı

KURBAN BAYRAMI MESAJIM




                                       Bayramlar, barış, dayanışma, yardımlaşma günleridir. İnsanlar arasındaki sevgi, saygı ve kardeşliğin pekişmesine, birlik ve beraberliğin güçlenmesine vesile olan bayramların, sosyal ve kültürel hayatımıza vazgeçilmez bir yeri vardır. Dolayısıyla bayramlar toplumumuzu bir arada tutan en önemli yapı taşlarından biridir. Hayır kapılarının sonuna kadar açık olduğu, dostluk, kardeşlik ve dayanışmanın en sıcak ve güzel bir şekilde yaşandığı günlerdir bayramlar. 

                                      Hüznümüzü, kederimizi, yokluğumuzu paylaştığımız; sofraların bereketlendiği, yüzlerin biraz olsun tebessüm ettiği günlerdir. 

                                     Kurban Bayramları, paylaşmanın ve bir olmanın en güzel günleridir. Paylaştıkça büyürüz ve bir oluruz. Duaların geri çevrilmediği, mazlumun, yoksulun ve kimsesizlerin biraz olsun nefes aldığı bu güzel günleri en iyi şekilde değerlendirmek, ortak değerlerimizi bir sonraki kuşağa aktarmak ve manevi atmosferi doyasıya yaşamaktır Kurban Bayramı. 

                                    Bayramlaşmak barışmaktır, bayramlaşmak kucaklaşmaktır, Bayramlaşmak yardımlaşmaktır. Bayramlar sevginin, şefkatin, vefanın, merhametin, dayanışmanın doruğa ulaştığı günlerdir. Ve paylaşıldıkça anlam kazanır. Bu düşüncelerle bütün vatandaşlarımızın ve İslam aleminin mübarek Kurban Bayramını tebrik ediyor, huzur dolu, bir bayram geçirmenizi Allah’tan temenni ederken başta tüm dostlarım,arkadaşlarım ve Buca lı hemşerilerimin mubarek kurban bayramını kutluyorum.

Sevgim ve saygımla.....

9 Ağustos 2013 Cuma

Ramazan Bayramı mesajım






'Bayram gibi geçirdiğimiz günler sürsün; bayramın hissettirdiği kardeşlik baki olsun;  bu üç günlük atmosfer bütün yıla yayılsın

Başta Buca ve İzmir li hemşerilerimin , tüm sevdiklerimin Ramazan Bayramı'nı kutluyorum....


Sevgim ve saygımla......

3 Ağustos 2013 Cumartesi

KADİR GECESİ MESAJIM..









Ramazan ayı boyunca  İslam coğrafyasında özellikle yanı başımızda Suriye’de kadın, çocuk, yaşlı demeden her gün katledilen masum insanlar,Mısır da , uzak doğuda Myanmar’da, Arakan’da Rojova da  maruz kalınan  vahşet ve insanlık dramı, dünyanın muhtelif yerlerinde Müslümanlara reva görülen zulüm, şiddet, cinayet ve insanlık dışı eylemler, Ramazan sevincimizi buruk bir şekilde yaşamamıza sebep olmuştur.

 Kadir gecesini idrak ederken, dünyanın neresinde olursa olsun topyekun açların, yoksulların, mahrumların, mağdurların, zayıf bırakılmışların, zulme uğramışların haklarına dikkat kesilmek, onların dertleriyle dertlenmek, acılarına ortak olmak, yaralarını sarmak, halleriyle hemhal olmak; zalim ve diktatörlerin hak ve hukuk tanımayan, azgınlaşan ve şımaran iradelerine karşı tavır almak, kısacası insanlığın barış ve huzuru için hayrın anahtarı şerrin kilidi olmak, yeryüzündeki bütün Müslümanların üzerine düşen bir görev ve sorumluluktur.

Bu duygu ve düşüncelerle başta ülkemiz, izmir li ve  Buca lı hemşeri ve dostlarım  olmak üzere Gönül coğrafyamız , bütün İslam aleminin mübarek Kadir gecelerini en güzel dilek ve duygularla kutluyor; 

Kadir gecesinin bereketinden hepimizin alabilmesini, dualarımızın  kabul edilmesini, topyekun İslam dünyasının içinden geçmekte olduğu zorlu süreçten bir an evvel kurtulmasını, Ramazan Bayramına sağlık, afiyet içerisinde huzur ve mutlulukla erişebilmeyi Cenâb-ı Allah'tan  diliyorum..

Saygım ve Sevgimle...

Aybar UYGUR

21 Temmuz 2013 Pazar

KOMŞULUK HAKKI


Her müslümanın, iyi komşular arasında ev araması lâzımdır. Çünkü Sevgili Peygamberimiz; (Ev satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!) buyurdu. Ve yine buyurdu ki:
(Komşuya hürmet etmek, anaya hürmet etmek gibi lâzımdır). Komşuya hürmet, onunla iyi geçinmekdir. Onun aç olduğunu bilerek, kendisi tok yatmamaktır. Allahü teâlânın kendisine ihsan ettiği rızıklardan ona da vermelidir. Onu incitecek söz ve harekette bulunmamalıdır. Hadis-i şerifte; (Komşusu, şerrinden emin olmayan kimse, Allahü teâlâya îmân etmemiştir) buyuruldu.
Gayri müslim vatandaşlardan olan komşuya da mümkün olduğu kadar hediye vermeli, iyilik yapmalıdır. Hadis-i şerifde, (Müslüman olmayan komşusunun bir hakkı, müslüman koşusunun iki hakkı, akraba olan komşusunun üç hakkı vardır.) buyuruldu.
Komşu olan evlerin adedi, zamanın şartlarına ve insanın yardım kudretine göre değişir. Her taraftan birer, ikişer ve nihayet kırk ev komşuluk hakkına mâlik olur.
Komşunun yaptığı eziyetlere ve câhilce hareketlerine sabır etmeli, karşılık vermemelidir. Alkollü içkinin ve dinimizde yasak edilen çeşitli günahların haram olduğunu güler yüz ve tatlı dil ile anlatmalıdır. Komşular, günah işlediklerini görüp de nasihat vermeyen ve kendileri ile görüşmeyen, Cehennemden kurtulmaları için yardım etmeyen komşularını, Kıyamet günü Allahü teâlâya şikayet edecekler, maddi ve manevi haklarını isteyeceklerdir.
Komşunun çocuklarını eli ile okşamalı, namaz kılmaları ve günah işlememeleri için, tatlı dil ile nasihat etmelidir. Hadis-i şerifte: (Evinizde pişen yemekten,komşunun hakkını veriniz!) buyuruldu. Ödünç olarak ve ariyet olarak istediğini hemen vermelidir.
Komşusu hasta olunca, ziyaretine gitmelidir. Sıkıntıya düşünce, imdadına yetişmelidir. Hadis-i şerifte; (Sıkıntıya düşen komşusuna yardım eden, sıkıntısını gideren kimseye, Allahü teâlâ kıyamet günü kıymetli elbise giydirecektir) buyuruldu.
Cenazesi olunca, "Ta'ziye" etmeli, yani sabır etmesini söylemeli ve cenazesinin hizmetine koşmalıdır.
Komşusu sefere, uzak vazifeye gidince, geride kalan ailesini, çocuklarını, hırsızların, ahlâksızların şerlerinden, zararlarından muhafaza etmeli, onlara yardımcı olmalıdır.
Komşusuna veremiyeceği meyve, tatlı gibi şeyleri evine ondan gizli getirmelidir. Evini satacağı veya kiraya vereceği zaman ona danışmak, onun izin verdiği kimseye vermelidir.
Dünyada en kıymetli şey, müslüman, sâlih (iyi, temiz), Allahü teâlânın ve mahlukların haklarını bilen ve gözeten komşudur. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ bir sâlih müslümanın hürmetine, komşularından binlerce belâyı, felaketi uzaklaştırır) buyuruldu. Ve yine (Kendisinin iyi mi, kötü mü olduğunu anlamak isteyen kimse sâlih, hâlis olan komşularının kendisi hakkında ne dediklerini öğrensin, îyi kimsedir diyorlarsa, Allahü teâlânın yanında iyi olduğunu anlasın!) buyuruldu.
Herhangi bir kimseye yapılması haram olan bir fenalık, komşuya yapılırsa, günahı kat kat daha fazla olur. Herhangi bir kimseye yapılması sevap olan bir iyilik, komşuya yapılırsa, sevabı kat kat daha fazla olur.
Sevgili Peygamberimiz buyurdular ki, (Komşunun komşu üzerinde on hakkı vardır:
1- Borç istediği zaman, borç vermek;
2- Evine misafirliğe davet edince gitmek;
3- Hastalanınca ziyaretine gidip, halini sormak, ona şefkat üzere olmak;
4- Bir işte yardım isterse, yardım etmek;
5- Başına bir belâ gelince, baş sağlığı dilemek, geçmiş olsun demek;
6- Bir iyilik ve iyi haberle karşılaşınca, gözün aydın demek;
7- Ölünce cenazesinde bulunmak ve defni ile meşgul olmak;
8- Kaybolur, eve gelmez, gurbete çıkarsa evini beklemek;
9- Ondan gelen sıkıntıya katlanmak..
10- Onunla kavga ve münakaşa etmemek.)

22 Haziran 2013 Cumartesi

BERAT KANDİLİ MESAJIM.









Berat Kandili, İslam kaynaklarında "rahmet, icabet, gufran, kısmet, takdir, hayat ve mübarek" olarak niteleniyor.

Bu geceler vesilesiyle toplumsal sorumluluğumuzun farkına vararak dayanışma ve yardımlaşma içinde birbirimizi sevelim. Kini ve nefreti sevgiye, bencilliği fedakarlığa dönüştürerek bütün güzellikleri birlikte paylaşalım. 

Berat Kandilli'nin tüm dünyaya birlik, beraberlik, huzur ve kardeşlik getirmesini diliyor, başta Buca lı ve İzmir lı  hemşehrilerimin ve İslam aleminin mübarek gecesini hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.. 

19 Haziran 2013 Çarşamba

Kültür ve Turizm Eski Bakanı İzmir Milletvekili ERTUĞRUL GÜNAY'ın Gezi Parkı Olayları Hakkında Basın Açıklaması 19.06.13-Ankara





Kültür ve Turizm Eski Bakanı İzmir Milletvekili 
ERTUĞRUL GÜNAY'ın 
Gezi Parkı Olayları Hakkında Basın Açıklaması 19.06.13-Ankara




Üç haftaya yakın bir süredir ülkemiz üzüntü verici olaylar yaşadı. Günlerden beri
sokaklar ve meydanlar, farklı nedenlerle biraraya gelen çeşitli yaş ve meslek gruplarından
öfkeli insanlarla doldu, taştı.
Haklı bir çevre duyarlığından yola çıkanlara, başlangıçta reva görülen anlayışsız, haksız
davranışlar, ülke düzeyinde milyonlarca insanın tepki göstermesine ve alanlara çıkmasına
yol açtı.

Bir takım bozguncular ve -kime hizmet ettikleri belli olmayan- kışkırtıcılar da, zaman zaman
bu toplulukların arasına ve arkasına saklandı; yurttaşların canına ve malına yönelik
yasadışı eylemlerle toplumun huzurunu, güvenliğini ve esenliğini tehdit etti.

Aldıkları talimatların katılığı karşısında çaresiz ve moralsiz güvenlik güçleri, bu bozguncu
ve kışkırtıcıları yakalayıp teşhir etmek yerine -bazen haksız ve gereksiz, bazan haklı ama
ölçüsüz- müdahaleleriyle olayları önlemek ve yatıştırmak bir yana, biriken toplumsal
öfkenin daha da derinleşmesine, yaygınlaşmasına neden oldu.

Bazı muhalif siyasi güçler ve onların gölgesine sığınan yasadışı örgütler, bu basit, fakat iyi
yönetilemeyen süreçten, iktidara karşı sanki bir ayaklanma hayal ve hevesi yaratmaya
çalıştılar. Bu hayale dayalı söylem, kaçınılmaz olarak ülkenin büyük çoğunluğunu rahatsız
ve -bu çevre duyarlığına başlangıçta yakınlık duyan- AK Parti tabanını da tedirgin etti.

Olaylarda bugüne kadar -biri polis- bir çok yurttaşımız canını, gözünü ya da bir uzvunu
yitirdi. Evler, işyerleri, araçlar, parti binaları, ekonomimiz, ülkemizin dışarda görüntüsü, -
bütün bunlardan daha vahim olmak üzere- toplumumuzun barış içinde ve birarada yaşama
duygusu tahrip edildi.

Bu kadar ağır bedeller ödediğimiz, haftalardır tartıştığımız, insanlarımızı neredeyse
çatışma eşiğine getiren olayların temelinde bir çevre sorununun, 'Taksimde kalan son yeşil
alanın yeşil kalması' gibi masum, insani, medeni bir talebin bulunduğu, -bu başlangıç
noktası- hiç unutulmamalıdır.

Çünkü bu nokta bizi, yönetim anlayışımızla ilgili bir özeleştiri yapma ihtiyacıyla yüzyüze
getirmektedir.Böyle bir taleple karşılaşınca, ilgili ve sorumlu kamu biriminin "yurttaşların itiraz ve
istemlerini değerlendireceğini, ağacın ve çevrenin korunmasına özen göstereceğini" söylemesi,
olayın başladığı gün güzellikle sona ermesini sağlayabilirdi.

Bunun yerine, daha ilk günden bütün bu istemlerin kökten reddi, başlangıçta her
kesimden İstanbullunun (AK Partililerin, başka partililerin, mütedeyyinlerin,
modernlerin) sahip çıktığı bu hemşehri dayanışmasına, -bu birliktelik görülmesin diye- 31
Mayıs Cuma sabahı kasıtlı, haksız ve yersiz şiddet ve aynı gün çıkan mahkeme kararını
hiçe sayan ifadeler, insanları tepkiye ve isyana yöneltti.

Kuşkusuz, ülkenin birçok yerinde (80'e yakın ilde) sokağa dökülen insanlar tümüyle o
parkı, yeşil alanı, o ağacın isyanını bilmiyor. Ama herbirinin bir itirazı, hayatında
başkasının karışmasından hoşnut olmadığı bir söz, bir durum var.

Gezi Parkı, bütün bu hayata karışan, onu kuşatan söylem ve ortama itiraz edenlerin,
korkusuz bir toplumda özgürce yaşamak isteyenlerin toplandığı bir ortak alan. "Mesele
Gezi Parkından ibaret değil arkadaş!" mesajıyla anlatılmak istenen de bu!
Bu tepkiyi anlamak ve yeni tepkilere yol açmadan sükuneti sağlamak, her ülkede ve her
demokratik toplumda yönetimin görevidir.

Bu insanlar, özellikle gençler çoğunlukla hiçbir partiye yakınlık duymuyor. Ekonomide
alınan mesafe, ulaşımda, sağlıkta, turizmde yaşanan gelişmeler, hele ülkenin onyıllardır
kanayan yarasının barışla iyileştirilmesi umudu bize ilgi duymalarını sağlayabilirdi,
(İstanbul'da, İzmir'de bunun örneklerini gördüm). Şimdi bu olaylarla, bu şansı yitirmekte
olduğumuzdan kaygı duyuyorum.

Yönetim, suhulet (kolaylık), şefkat ve adaletle olur. Husumetle, şiddetle ve nefretle olmaz.
Bizim tarihen ve bugün özenle ve yeniden sarılmamız, ülkeyi yönetirken hiç aklınızdan
çıkartmamanız gereken ilke budur.

Öte yandan, demokrasiye ve demokratik bir hukuk devletinde siyasal iktidarın ancak
seçim yoluyla değişeceğine inanan yurttaşlarımdan da artık evlerine dönmelerini özellikle
diliyorum.Bu saatten sonra sokaklarda ve meydanlarda devam eden ve polisin müdahalesine
haklılık kazandıran her türlü gerginlik, demokrasi ve özgür toplum idealine inananların
değil, bu gerginlikleri bahane ederek otoriter/baskıcı bir yönetim kurmayı hayal edenlerin
işine gelir. Türkiyemizin yakın tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Oysa, hepimizin ortak hayali hertürlü kurumsal ve kişisel vesayetten arınmış, hiçbir
kişinin, sınıfın ya da grubun boyunduruğu altında olmayan, özgür, eşit ve korkusuz
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olmaktır!
TBMM'nin bir üyesi ve milletin bir vekili olarak bu duygu ve düşüncelerimi
kamuoyumuza saygı ile sunarım.


Ertuğrul Günay

16 Haziran 2013 Pazar

BABALAR GÜNÜ MESAJIM







                                                    Toplumumuzun temelini oluşturan aile yapısının korunması için hiçbir özveriden kaçınmayan, üstlendikleri maddi sorumlulukların yanı sıra, gösterdikleri hoşgörü, sevgi ve şefkatle aile bağlarının güçlenmesinde büyük rol oynayan babalarımız, ailenin temel direğidir. Evlatları için her türlü fedakarlığa katlanan babaların her zaman isteği ve dileği; çocukları için iyi bir gelecek hazırlayabilmek ve onların geleceklerini güvence altına alabilmektir. 
                                                      Babalarımızın ışıklarından ve doğruluklarından yararlanarak ailesine, vatanına, milletine hayırlı bir evlat olmak onlar için en büyük mutluluktur. 
                                                      Babalarımız çocuklarımızın en büyük kahramanı, çocuklarımız da babaların en yüce gururudur. 
                                                       Bu anlamlı günün, babalarımıza ilgimizi, sevgimizi, saygımızı yansıtmak için güzel bir vesile olduğunu düşünüyor; başta, bin bir emekle yetiştirdikleri değerli evlatlarını vatanımız için feda eden aziz şehitlerimizin babaları olmak üzere; dünyanın en zor ve kutsal görevlerinden birini üstlenmiş olan babalarımızı saygıyla selamlıyorum

4 Haziran 2013 Salı

MİRAÇ KANDİLİ MESAJIM









                               Birlik ve beraberliğin önemli olduğu, kardeşliğe ihtiyacımız olan bu günlerde kandillerin önemi daha da fark edilir olmaktadır. Çünkü günümüzde yaşanan kin ve nefret duyguları, düşmanlıklar bazen insani duyguların önüne geçmekte, bizleri kötü davranışlara yöneltmektedir

                               Bizler bu mübarek günler vesilesiyle dostluklara daha da önem vermeli, kırgınlıklardan kaçınmalı, yapılan hatalarımızı telafi etme yoluna gitmeliyiz.

                               Yüreğimizi nefret ve düşmanlık gibi duygulardan temizlemeye çalışmalı, insani meziyetlerimizi ön plana çıkartan bir yaşamı tercih etmeliyiz. Ayrıca bu mübarek günlerin ve gecelerin, el ele verip tüm dünyada barışı tesis etmemiz için bize sunulmuş birer fırsat olduğunu unutmamalıyız.

                            Sağlık, barış ve huzur dileklerimi iletirken 5 Haziran Dünya Çevre günü ile birlikte öncelikle BUCA lı ve İZMİR li hemşehrilerimin  ve tüm İslam aleminin Miraç Kandilini kutlar, hayırlara vesile olmasını diliyor, Gelecek nesillere daha temiz, yaşanabilir bir Dünya bırakmak umuduyla saygı ve sevgilerimi sunarım.



Aybar UYGUR

26 Mayıs 2013 Pazar

SİYASET YAPMAK


     
                                                                               




                           
                                                                  Yönetme olgusu yaşamın tüm süreçlerinde kendine özgü değişik biçimlerde karşımıza çıkar. Bu açıdan herkes yöneten ve yönetilen olarak bir biçimde bu olguyla iç içedir. Devlet içindeki yönetim –ki bu siyasal iktidardır- yaşamın bütün alan ve süreçlerini etkiler. Bu nedenle de siyasal iktidarı elde etme veya onu etkileme etkinliklerinin hepsi siyaset kavramının içeriğini oluşturur. İdeal anlamda ‘Demokrasi’ halkın kendi kendini yönetme biçimi olarak tanımlandığında ve buna uygun mekanizmaların işleyişi saptandığında gerçek anlamda demokrasiden söz edilebilir. Görüldüğü gibi her iki kavram da yaşamın tüm alanlarında paralellik göstermektedir. Buna rağmen birine olumlu anlamlar yüklenirken diğerine olumsuz anlamlar yüklenmektedir. Bu durumda bir yandan demokrasi istenirken diğer yandan da siyasetten uzak durmak nasıl açıklanabilir ki?
                                                              Halk arasında yaygın bir deyiş vardır: ’ Hiç kimse benim ayranım ekşidir demez.’ Sözlerde en ideal şeyler dile getirilirken, bununla örtüşmeyen davranışlarda bulunulmaktadır. Demek ki söz ve davranış arasında paralellik yoktur. Bence amaç ile söylenen arasındaki çelişki kasıtlı bir yanıltmanın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Demokrasi özlemini dile getirirken siyasetten uzak durmak bu anlatıma çok uygun bir davranıştır. Ancak bu siyasetin olumsuz çağrışımından kaynaklanan bir durumdur.
                                                                     Yalın gerçek her zaman yöneteni korkutur. Aslında gerçek herkesi korkutur. Farklı olan, bu korkunun altında yatan nedenler ve ortaya çıkan sonuçlardır. Doğal olarak yanıltmanın yöneldiği amaçlarda farklılık gösterir. Siyaset ise yanıltma çabalarının en yoğun olarak yaşandığı alan olarak gözlenmektedir. Çünkü siyasal erki elinde bulundurma veya o erki elde etme; yaşamı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek demektir. Bu anlamda da kimi çarpıtmalarla suyu bulandırarak insanları dışarıda bırakmak bazı çevreler için elverişli olabilmektedir.
                                                           Son zamanlarda yaygın bir kanıdan söz edilebilir. Bu ise; siyasetin kirli ve yalancıların işi olduğu biçiminde özetlenebilir. Bu özdeşleşme sonucunda siyasetten uzaklaşan bir kitle oluşmaktadır. Hatta kendini aydın olarak kabul eden bir kesimin de bu sürece dahil olduğu görülmektedir. Gerek bilinçli gerekse bilinçsizce bu görüşün benimsenmesi geleceğe dönük önemli tehlikelere gebedir.
                                                           Siyaset, insanın bütün yaşamını düzenleyen hukuk sisteminin uygulanmasından sorumlu bir alandır. İnsanın düşünsel yaşamından özel yaşamına kadar akla gelen her alanla iç içedir. Bu açıdan insanın temel hak ve özgürlükleri de bu alanın içinde yer alır. O halde siyaset yapmanın her insan için kaçınılmaz olması gerekmektedir. Oysa toplumda bu alanda etkinlik göstermek, eşittir ‘yalancılık’ şeklinde tanımlandığından ve kimse yalancı olmak istemediğinden alanın dışına itilir; ancak alanın etkisinden kurtulamaz. Bu ise siyaset kavramının olumsuz çağrışımının bir sonucudur. Oysaki siyaset alanı ve süreçleri nasıl olur da kendiliğinden olumsuz bir anlama sahip olur.
                                                       Siyaset süreci içinde yer alanların, oluşuma katkıda bulunanların amaçları ve siyaset yapma tarzlarının şu ya da bu olması o alanı öyle kılmaz, Siyaset yapanların amaçları ve siyaset yapma tarzları değişirse onun tersine çevrilmesi de söz konusudur. Bu anlamıyla da işin özü sürece müdahaleyle bağlantılıdır. Bu anlamıyla yaşamımızla iç içe olan bir alana müdahale etmek, olması gereken doğal bir hakkımızdır. Siyasetin olumsuz çağrışımından arındırılması ve gereği gibi yapılmasını sağlamak için bu süreçlere müdahale bize haktan öte bir görev sorumluluğu yükler. Eğer biz iyi ve temiz olduğumuza inanıyorsak, siyasal süreçlere aktif olarak müdahale ederek, onu özlemlerimize uygun bir biçime getirerek, yönetim olgusunu olumsuzluklardan arındırmak durumundayız. Siyaset ve demokrasinin iç içeliği düşünüldüğünde bu uğraşıların olumlu sonuçları olacağı açıkça görülmektedir.
                                                             Siyasete aktif katılımla, demokrasinin de kurum ve kurallarına uygun işletilmesi ve yerleştirilmesi sağlanabileceği gibi, demokrasi kültürünün oluşmasına da katkı sağlanmış olacaktır. Kitlelere demokrasi için uğraşı ve siyaset yapma çağrısında bulunurken herkesin durup bir düşünmesini istiyorum. Unutmamalıyız ki bu ülke hepimizin. Sahip çıkmalıyız ona…  
    

19 Mayıs 2013 Pazar

19 MAYIS GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI MESAJIM...





19 Mayıs 1919’da temelleri atılan kurtuluş mücadelemizin 94. yıl dönümüne ulaşmanın kıvancını, coşkusunu ve heyecanını yaşıyorum....
Her türlü imkansızlık ve zor şartlarda dahi gücünü yitirmeden, omuz omuza hep beraber verilen bu mücadele, başta bu kutsal vatan topraklarındaki her bireyi birbirine kenetlediği gibi, bölgesine ve dünyaya da tarihte eşi ender görülen büyük bir örnek teşkil etmiştir. Bugün millet olarak gençliğe olan inancımız ve umudumuz her zamankinden daha fazladır. 
Tarihine ve milli değerlerini bilen ve  sahip çıkan bir gençliğin yanı sıra birlik ve beraberlik duygusunu tam manasıyla benimsemiş, demokrasinin güzide değerlerine sahip çıkan bir gelecek hepimize güven verecektir...
 Bugün Türkiye’de atılan her adım, verilen her mücadele yarın bu nesiller tarafından kararlılık ve sorumlulukla devam ettirilecektir. 
 19 Mayıs 1919’da ulu önder ATATÜRK ün  yaktığı özgürlük ve bağımsızlık ateşi günümüzde bizlere, yarın da gençlerimize ışık tutacaktır. Bu duygu ve düşüncelerimle Tüm İzmirli ve Bucalı dostlarımın Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun!

16 Mayıs 2013 Perşembe

REGAİP KANDİLİ MESAJI












                                                 Yüce yaratıcımızın sonsuz rahmet ve mağfiretini umarak hata ve günahlardan tövbe ederek, hayatımızı başından sonuna kadar üç aylar gibi yaşamaya gayret etmeli, dargınlık, kırgınlık, kin ve nefretin yerine sevgiyi, hoş görüyü, dostluk ve kardeşliği hayat tarzımız haline getirmeliyiz.
                                                  Ailemizin, dost tanıdık tanımadık  bütün insanlarımızın Rabbimizin emirleri doğrultusunda yüzlerini güldürmeli, onlara her türlü yardım elini uzatmalıyız. Bu mübarek gecelerin rahmetine inanarak ezen ve ezilenin olmadığı, güçlüden yana değil, haklıdan yana olanların arttığı, İlmi ve ahlakı ön planda tutan bir Türkiye temenni ediyorum

                                                Kandiller; birlik, beraberlik, kardeşlik ve hoşgörü ortamının pekişmesi için eşsiz fırsatlardır. Dolayısıyla kandiller, toplumsal ve evrensel barış ve huzurun sağlanabilmesi bakımından bu fırsatların en iyi şekilde değerlendirilmesi gereken mübarek günlerdir. Bu duygu ve düşüncemle tüm insanlığın mübarek üç aylarını ve Regaip Kandilini kutluyorum.


Aybar UYGUR


14 Mayıs 2013 Salı

DÜŞÜNEREK YAŞAMAK.....




Eskiden… Kitaplarımızın herhangi bir Batı diline çevrilmesi, elde edilebilecek en iyi sonuç kabul edilirdi.
Şimdi… Bu çevirilerin daha çok okunması, yankı uyandırması gerektiği fikri canlandı.
SENİN YAZARINI OKUMAYAN, POLİTİKACINI DİNLER Mİ?
Acaba biz Türkler, uluslararası başarıyı daha ziyade doğrudan politika, ekonomi ve futbol alanlarında mı arıyoruz?
'Fetih ruhu'nun barış dönemine uyarlanmasından doğan bir eğilim olabilir mi bu?
Halbuki genel olarak sanatçılar ve elbette yazarlar, ülkelerini temsil etmede politikacı, işadamı ve futbolculardan çok öndedirler.
Sözgelimi, Rus'u ve Rusya'yı Putin'in ağzından değil, Tolstoy'un kaleminden tanırız.
Zihnimizdeki Amerika imgesi, büyük ölçüde Hollywood ürünüdür.
Umberto Eco, 30 yıldır İtalyan yetenek, zeka ve bilgisinin sembolü konumunda. Sivil bir imparator gibi…
mimari, felsefe, sinema, resim, müzik, heykel, gibi alanlardaki imkanlarımızı ayrıca incelemek gerek.
Fakat şu kesin: Türkiye, edebiyat gücünü çok daha verimli kılabilir.
Yurtiçinde yasakçılıktan, yurtdışında çekingenlikten hiçbir fayda doğmayacağı aşikar.

Haşmet Babaoğlu  bir köşe yazısında bakın ne diyor?
'Kitap okuma alışkanlığı; meselesi ve soruları olmaya, hatta insanın can sıkıntısının bile hakiki olmasına dayanır. Bir kitabın kapağını açıp okumaya başladığımız şey aslında insandır, toplumdur, evrendir, hayattır. Manevi, millî, evrensel ve varoluşsal sorunları bastırıp resmileştiren bir eğitim sistemi, kitabı istediği kadar övsün… İşe yaramaz.' [24 Nisan, Sabah]
Sanırım, bu müthiş tespiti de göz önünde tutmalıyız.
Düşünerek yaşadığımızda; kitapların politika, ekonomi, futbol da dahil hayatın tümünü kuşatmaktan doğan gücünü kavrayacağız.
Asıl açılım o zaman başlayacak.

7 Mayıs 2013 Salı

VİZYON SAHİBİ OLMAK




Tartışmalar... Haftalardır, aylardır aslında yıllardır süren
kurumlar, liderler ve sıradan insanlar arasında süren tartışmalar..
Tartışanların, kişilikleri, kimlikleri, konumları... Tartışmaların
içeriği, biçimi, üslubu
Sıradan bir vatandaş olarak karmakarışık duygularla izliyorum. Böylesine zengin, sağlam bir
taban kültüre, tarihe, çok kültürlü, çok geniş bir coğrafyada dünya
devleti olma anlamında çok boyutlu yönetsel deneyime sahip bir ulusun
tartışması gerekenler, tartışma biçimleri farklı olmalı. Sanırım bunun
için her alanda iyi yetişmiş, yetkin, toplumu için başarmak
istedikleri kişisel istemlerinden öncelikli, vizyon sahibi liderlere
ihtiyaç var.
Özellikle 1990'lı yıllardan sonra hemen her alanda
liderlik iddiasında bulunanların kendilerinde var olduğunu iddia
ettikleri, aynı zamanda onları takdir eden, benimseyen, izleyen ve
yüceltenlerin de bu kişilerde var olduğunu düşündükleri en önemli
niteliklerden birisi vizyon sahibi olmak. Peki vizyon sahibi lider
olmak ne demektir? Vizyon sahibi liderler toplumlarının, kurumlarının
geleceğini düşler ve tasarlarlar. Sahip oldukları düşünsel, duygusal,
sezgisel zenginliklerini, toplumları için var olandan daha iyi, var
olması gerektiğini düşündükleri bir gelecek tasarlamak ve yaratmakta
kullanırlar. Vizyon sahibi liderler geleceği geçmişteki ve bugünki
olgulardan hareket ederek kestirmeye çalışırlar, toplumları için
düşledikleri, düşündükleri bir geleceğin nasıl gerçekleşebileceğini
tasarlayarak o geleceği yaratırlar. Bu amaca hizmet ettiği ölçüde
başka bir toplumun vizyonunun gerçekleşmesinden yararlanabilirler
ancak bir başka toplumun vizyonunun gerçekleştirilmesinde taşeronluk
yapmazlar. Vizyon sahibi liderler gerçeklerle düşleri dengeleyebilir
ve kurgulayabilirler. Öncelikle kendilerinin sonra toplumlarının var
olan bilinen koşullarını, olanaklarını, durumunu yalın bir gerçeklikle
değerlendirebilen kişilerdir. Onlar bireysel ve toplumsal anlamda
güçlü ve zayıf yönleri, olası tehdit ve fırsatları doğru algılayabilen
anlayabilen kişilerdir. Bu değerlendirmelerine dayalı olarak düşlerini
de ayağı yere basmayan uçuk-kaçık hayallerden öte gerçekleştirilebilir
hedef düşlere dönüştürürler. Kendilerinin ve toplumlarının güçlü
yönlerini toplumlarına ilişkin tasarladıkları ve yaratmaya
çalıştıkları geleceğe ulaşmakta, dayanak, sıçrama noktası olarak
kullanırlar. Kendilerini ve toplumlarını tüm yönleriyle geliştirmek,
yetkinleştirmek için çaba sarf ederler. Olası tehditlerin toplumsal
fırsatlara dönüşmesini sağlayabilirler. Vizyon sahibi liderler
değerlerle farklılaşırlar, değerlerde gönül gücüyle toplumu
bütünleştirirler. Toplumlarının kültürel örüntülerini çok iyi tanıyan
ve değerlendirebilen, tarihsel süreç içinde toplumlarında başarı,
düşünce, ülkü, bilim, sanat, felsefe, moral vb. anlamlı görülen her
şeyin bu gündeki anlamını ve değerini kavrayabilen ve bunlara saygı
gösterebilen kişilerdir. Kısa süreli güç ve iktidar tutkusu için
toplumsal çatışmaları, ayrışmaları, tetikleyecek yaklaşımlar
sergilemezler. Tasarladıkları geleceği gerçekleştirmek için toplumu
yeni başarılara güdüleyecek, yeni değerler ortaya koyarlar, ortaya
koydukları değerlerle tutarlı davranırlar. Başardıkları ve
yaptıklarıyla yeni değerlerde toplumun gönül gücüyle bütünleşmesini
sağlarlar. Ve belki de en önemlisi etik bir kısım değerlere
sahiptirler. Her koşulda bu anlamda tartışma konusu olmazlar. Vizyon
Sahibi Liderler Vizyonlarını İletir, Paylaşırlar. Vizyon sahibi
liderler toplumlarıyla ilgili düşlerini, tasarılarını bunları
gerçekleştirmek için benimsedikleri değerleri tüm topluma açıklayıp
iletirler. Geliştirdikleri vizyonu tüm toplumsal kesimlerin
katkılarını, katılımlarını kolaylaştırarak topluma mal ederler.
Katkıda bulunulan, benimsenen, uzlaşılan coşku ve heyecanla
gerçekleştirilmeye çalışılan toplumsal vizyona dönüştürürler.

Vizyon Sahibi Liderler Riske Girer ve Riski Yönetirler. Yukarıda açılımları
verilen her boyut kendi içinde ve bütünde hem riski göze almayı, cesur
olmayı hem de riskin getireceği sorumlulukları üstlenmeyi ve yönetmeyi
gerektirir. Vizyon sahibi liderler riske giren ve riski yöneten
kişilerdir. Başkalarını cesur olmaya cesaretlendirecek kadar korkusuz;
sonuçlarına katlanacak kadar sorumlu ve riske girmeye hazırdırlar.
Onlar, toplumlarının uzak ve yakın çevresini oluşturan politik,
sosyal, ekonomik, askeri tüm örüntülere gösterdikleri üst düzeyde
duyarlılıkla, yaptıkları bilgece tercih ve seçimlerle girdikleri riski
başarıya dönüştürmek için stratejik yönetim biçimini uygularlar.
   Ne dersiniz aktif politika yapan kaç kişi vizyon sahibi lider
olarak tanımlanabilir ?
Ben biliyorum ya siz?

Kaynak:liderliğin kutsal kitabı..

1 Mayıs 2013 Çarşamba

1 MAYIS KUTLAMA MESAJI






 1 Mayıs, hem Türkiye hem de dünya geneline çözüm için bir ateş yakacaktır. Bu birlik ve beraberlik ateşi, barış şarkıları ve tüm vatandaşlarımızın el ele kenetlendiği bir sevgi çemberi ile tüm dünyaya timsal olacaktır. 

Sorunların çözüme kavuştuğu bir Türkiye'de, her alanda olduğu gibi emekçiler için de daha güzel, daha aydınlık bir gelecek için meydanlarda davullarla, halaylarla, horonlarla bu güzel günü çok daha iyi idrak etmek için bütün vatandaşlarımız yerlerini alacaktır. 

Barışın ve kardeşliğin olmadığı bir yerde her türlü güzellik, gelişim, iyileştirme gölgede kalmaktadır. Bunun için ki, karanlığın dağıldığı bu güzel günlerde ülkemizde 1 Mayıs, özellikle son yıllarda emekçilerimiz için atılan güzel adımlarla çok daha büyük önem ifade etmektedir.

 Türkiye'nin yarınlarına ümit ve huzur verecek olan, toplumumuzu birbirinden uzaklaştıran değil yaklaştıran etkinliklerin damgasını vurduğu nice 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dileğiyle tüm çalışanlarımızı ve emekçilerimizi bir kez daha tebrik ediyor, ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum...

29 Nisan 2013 Pazartesi

COZUM SURECI NE KARSI CIKMAK!!!!!!!


Daha yirmili yaşlardaki asker ve dagdaki gençleri düşünüyorum; PKK’nın Türkiye toprakları dışına çekilme kararı en çok onları sevindirmiştir. Çünkü bu anlamsız savaşın gerçek kurbanı onlardı. Binlerce genç, yıllardır daha hayatlarının baharında korkunç bir savaşın içine sürüklenerek, ölmeye ve öldürmeye zorlanıyordu.
Bu acımasız savaşta çoğunu kaybettik.
Çoğu evinden, ailesinden uzakta, bir karakolda ya da bir dağın kuytusunda toprağa düştü.
Çoğunun sevgilisine sözü vardı; tez zamanda dönecek ve evleneceklerdi.
Çoğunun annesine, babasına sözü vardı; döndüğünde onlara bakacak, evin direği olacaktı.
Bu ülke kurtaramadı nice genç evladını.
Anne ve babalar çocuklarını kendi elleriyle toprağa gömdü.
Eşler ve sevgililer yaşam sevinçlerini kaybettiler.
Oysa bu savaş olmasaydı gençler, daha nice güneşli bahar sabahına uyanacaktı.
Pek çok bayram sabahı göreceklerdi.
Yanlarında eşleri, çocukları olacaktı.
Anneleri, babaları...
Maç izleyecek, takımları yenildiğinde küfürler savuracak, eş-dost ile hayatın bütün olağan neşe ve kederini tadacaklardı.
Olmadı...
Kimi suçlarsak suçlayalım zamanı geriye çevirmek mümkün değil, gideni geri getirmek de...
Geçmişi değil ama geleceği kurtarmak mümkün.
Türkiye başlatılan “çözüm süreci”yle işte bunu başardı.
Üç aydan fazla bir zamandır tek kurşun patlamadı.
Barış süreci olmasaydı kimbilir kaç genç daha ölecekti.
Savaşa kurban gitmeyenlerin hepsi bugün heyecanla ailesine, evine kavuşmayı, hayata karışmayı bekliyorlar.
Bize basit gelebilen bu küçük heyecanların, her an ölümle burun buruna yaşayan gençler için ne kadar önemli olduğunu belki tahmin bile edemiyoruz.
Ama onlar için bunlar yaşam ve ölüm demek.
Çözüm sürecine karşı çıkılırken bir de bu açıdan olaya bakmakta fayda var.
Ölümü her an enselerinde duyan o gençlerin bizden/ ülkelerinden beklentilerine dair bir fikrimiz var mı?
Henüz hain bir pusuda toprağa düşmeyen ama ölüme bir nefes uzakta olan gençlerin neler hissettiğini biliyor muyuz?
Peki ya yüreklerinin nasıl kanadığını?

22 Nisan 2013 Pazartesi

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Mesajı








Bu dünyayı yüreklerindeki sevgi tomurcukları ile yeşertecek olan çocuklarımızın her türlü olumsuzluktan uzak, sevgi ve güven dolu bir ortamda yetiştirilmesi noktasında hepimize düşen sorumluluklar bulunmaktadır

Türkiye Büyük Millet Meclisi; umutsuzluğun, yoklukların ve zorlukların hakim olduğu bir dönemde, 23 Nisan 1920'de açılmış ve geleceğimizi aydınlatan günlerin habercisi olmuştur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı 23 Nisan 1920'yi, ulusumuza çocuk bayramı olarak armağan ederek, hem ulusun geleceği olan çocuklara verdiği değeri ve duyduğu güveni, hem de dünya barışına verdiği önemi göstermiştir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, dünya çocuklarının katılımıyla kutlanan ilk ve tek çocuk bayramıdır.


Bu bayram, dünya çocukları arasında barış ve kardeşliğin paylaşılmasına ve dolayısıyla dünya barışına hizmet eden bir bayramdır.

Bugün insanlığın ortak hayali savaş, baskı ve şiddetten arındırılmış barış ve huzur dolu bir dünyada yaşamaktır.


Tüm dünya çocuklarının 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını en içten dileklerimle kutluyorum.

                                                                                 


Aybar UYGUR

18 Nisan 2013 Perşembe

DEMOKRASİSİZ BARIŞ OLMAZ....






Demokrasi adalettir. Adaletsiz ve demokrasisiz, olsa olsa ateskes olur..

 Baris icin adaletin, adalet icin de demokrasi ve ozgurluklerin garanti altina alinmasi gerekli.. Ancak demokrasinin saglayabilecegi esitlik ve adalet olmadan da baris kalici olamaz.. Adaletsizlik ve esitsizlik probleminin cozumlenmedigi ortamda baris bozulur, kavga gurultu yeniden baslar..

Hepsine tamam, hepsine eyvallah...

Pekiii, demokrasinin, ozgurluklerin, adaletin ve esitligin onune dikilen gucler;
savas ve kaos ortaminin derinlesmesiyle mi yoksa ateskes ve barisla mi amaclarina daha kolay ulasirlar..???
Savasin, kanin, nefretin, kutuplasma ve kamplasmanin getirdigi bir kaos sarmalinin icinden demokrasi ve ozgurlukleri devsirebilir miyiz ??

Demokrasi ve ozgurlukler duzeninin sagliyabilecegi esitlik ve adalet olmadan baris olmaz..
Ama baris olmadan, kan durmadan ve gerginlik dinmeden de demokrasi ve ozurluk mumkun mu ?

Demokrasisiz baris olmaz, tamam..
Peki barissiz demokrasi olur mu ?

17 Nisan 2013 Çarşamba

FAZIL SAY VE DEMOKRASİMİZ


Bir ülkede toplumun gelişmesi, demokratikleşmesi, özgürlük ve insan haklarının genişletilmesinde sanatçıların rolü çok büyüktür.
Gazetelerin bile yalnızca haber başlıklarını okumakla yetinen bir toplumda tanınmış kişilerin ve özellikle de sanatçıların her söylediği söz toplumda geniş yankı bulur.
Bu nedenle de sanatçıların toplumsal sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları gereği de söyledikleri her söz, tavır ve davranışlarında daha özenli, dikkatli olmak zorundadırlar.
Son günlerde, özellikle de kendilerini Kemalist, Atatürkçü olarak öne çıkaran, sözüm ona cumhuriyete sahip çıktığını iddia eden kimi sanatçılar, yine o bildiğimiz kibirli, üstenci, ukala tavırlarıyla toplumda gereksiz tartışmalara neden oldular. Aslında aydın ve sanatçılarda sıkça rastladığımız aşırı özgüvenden kaynaklı yüksek ego ve buna bağlı kompleksleri bir anlamda hoşgörüyle karşılamak mümkün olabilir.

Fazıl Say hakkında 10 aylık hapis cezası verildi. Köşe yazarlarının ne yazdıklarına baktım. Ufuk açıcı hiçbir şey yoktu. Sadece yakınma ve suçlama psikozuyla yazmışlar. Yararsız entelektüelden geçilmiyor bu ülkede..

Parmaklarını dünyaya kabul ettiren bir sanatçının dilinin içinden çıktığı toplumun değerlerini hiçe sayarak toplumu ayırıcı ve aşağılayıcı üslubunu kabullenmek mümkün değil...Yetenekleri öfkesini yenemeyen biri geliyor bana hep Fazıl Say…Onun yaptığı şık değildi ama ona yapılan da, demokrasinin bu ülkede nedenli emeklemede olduğunun da kanıtı sanırım.

2 Nisan 2013 Salı

İNSANIN HALLERİ


Bazen içi boşalır gibi olur insanın, sanki bir vakumla çekerler nefesini, derin derin soluklanır.

Bazen büyük bir ciddiyetle yaşadığı hayatta ne kadar ufak bir noktacık olduğunu hatırlar insan, bacaklarını karnına çekip korumak ister kendini.
.
Bazen durur da bir geriye bakar insan, tüm yaşananların, tüm yapılanların, tüm sevilenlerin, tüm söylenenlerin nereye gittiğini düşünür.

Bazen yürüdüğü yollar anlamsızlaşır insanın, nereden geldiğini, nereye gittiğini şaşırır. Tüm yollar bir boşluktan gelir, koskoca bir boşluğa gider sanki, midesinin üzerinde bir yerlere düğümler atılır.

Düşünür insan. Sorgular, hesaplaşır, sayfalar açar, sayfalar kapatır, bedeller öder, fedakarlıklar yapar, sorumluluklar üstlenir, gider, gelir, susar, söyler, kaydeder, siler, unutur, hatırlar.

Erdemlidir... Tevazu gösterir... Kendini bilir... Haddini bilir... Kendini çok da fazla büyütmemesi gerektiğinin farkındadır... Bu dünyanın hiç kimseye kalmadığını unutmadan yaşar... Yaşadıklarını, sahip olduklarını fazla abartmaz... Her şeyin gelir geçer olduğunu ayrımsar...Kendisini dünyanın merkezinde zannetmez... Dünya üzerinde hakka sahip tek canlının kendi türü olduğunu düşünmez... Koltuklara, unvanlara, daha daha yukarıdaki dallara tutunmaya çalışmaz...Soluğu her kesildiğinde, her kendisini ufacık hissettiğinde, her boşluğa düştüğünde bir yerlere imza atması gerektiğini fark eder. Birilerinin elinden tutması gerektiğini, yüreğinden bir şeyler koyması, emek harcaması gerektiğini, ardından izler serpiştirmesi gerektiğini bilir. Ama küçük ama büyük izler bırakmaya gayret eder, bu koca dünyada. Küçüldükçe büyür. Paylaştıkça çoğalır.

Erdem yoksunudur... Unutuşun o kalın örtüsünü serer yaşadıklarının üzerine... Kendini de haddini de bilmez... Yaptığı en ufak şeyi bile insanların gözünün içine sokmaya çalışır... Sanki dünyaya kazık çakacak gibi yaşar... Gülmesi, konuşması, lüksü görgüsüzce abartılıdır... Hep orada kalacağını, hep o koltuğa sahip olacağını, hep etrafının o adamlarla dolu olacağını düşünür... Bir yerlere imza atması gerektiğini fark eder... Birilerinin ayağını kaydırmaya, birilerinin eteğinden çekmeye, birilerinin üstüne basmaya çalışır. Ama büyük ama küçük bir şeyler götürmeye çalışır bu hayattan. Büyüdükçe küçülür. Çoğaldıkça azalır.
.
Bazen soluğu kesilir insanın, bazen köşeye çekilir, bazen içi boşalır... O zaman durur ve izler. Hayatı 'olmaya' çalışarak yaşayanlara bakar. Bitmeyen bir yolculuk gibi görenlere, başı semaya dönük nereden geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu bilerek salına salına dönenlere bakar, paylaştıkça çoğalanlara, emek harcadıkça hayattan kazananlara bakar insan. Bazen dinler insan, o güzel tevazu sözlerini, o unutmamanın, hatırlamanın, var olmanın, var olmaya çalışmanın, 'oldum' dememenin, "bu dünya Sultan Süleyman'a bile kalmadı" diyenlerin, bunu bilenlerin ama gerçekten bilenlerin söylediklerini.
.
Bazen durur da izler insan, gelip geçiciliğe direnmeye çalışanların çabaları, söylenenler, görülenler, yapılanlar damla damla düşer de yıkar, temizler insanın ruhunu.
.
Bazen içi umutla ve sevinçle dolar insanın, sanki bahar havasını, fulyaların kokusunu çeker içine.
.
Bazen ufacık noktaları birleştirerek ortaya çıkardığı o güzel resimlerin olduğu oyunları hatırlar. Kocaman bir adım atmak ister, diğerine doğru.
.
Bazen durur da bir geriye bakar insan, tüm yaşananların, tüm yapılanların, tüm sevilenlerin, tüm söylenenlerin nasıl da bir yaşamı inşa ettiğini fark eder ve teşekkür eder yaşadıklarına.
.
Bazen yürüdüğü yollar heyecanlandırır insanı. Yeni yollara girmek, yeni hayatlara başlamak, yeni anlamlar yüklemek umutlar salar yüreğine....

17 Ocak 2013 Perşembe

KÜRT SORUNU İLK DÜĞMESİ YANLIŞ İLİKLENMİŞ GÖMLEK GİBİ...






Ne kadar tekrar edilse az gelir: 

Türkiye’nin en ağır sorunu Kürt meselesidir. Bu sorun on yıllardır Türkiye’yi içten içe yiyor. Maddî ve manevî kaynaklarını tüketiyor. Enerjisini emiyor. Gelecekle ilgili umutlarını tüketiyor.

Askerlik çağında çocuğu bulunan aileleri endişeye sevk ediyor. Gençlerin hayat planlarını altüst ediyor. Vatandaşları birbirine yabancılaştırıyor. Her ülkenin birlik ve dirliğinin temeli olan gönüllü beraberlik arzusunu azaltıyor. Hızla gelişme ve zenginlik yaratma potansiyeline sahip ekonominin ayaklarına pranga gibi asılıyor. İşsizlik, fakirlik, yolsuzluk üretiyor. Sadece bu kadar da değil, ülkeyi uğraştıran başka birçok problemin de tam ortasında oturuyor. Türkiye’nin en vahim insan hakları ihlâllerini doğuruyor. Demokrasinin gelişme sürecinin önünde engel oluşturuyor. Askerî-bürokratik vesayete payanda teşkil ediyor. Irkçı siyasî kültürü besliyor. Kısaca, Kürt sorunu Türkiye’nin her toplumsal problemiyle  bir şekilde ilişkili ve ilintili. Bu yüzden, acilen çözülmesi gerekiyor.Kürt sorunu ilk düğmesi yanlış iliklenmiş gömlek gibi...