25 Kasım 2010 Perşembe

ASKERİ VESAYET Mİ SİVİL VESAYET Mİ ?

Son günlerde gündemi meşgul eden “askeri vesayet mi sivil vesayet mi?” sorunsalının birden fazla parametresi olduğunu düşünüyorum. Öncelikle unutmamak gerekir ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasetten elini çekerek sadece ülke savunmasına odaklanmasını istemek, orduya hakaret ya da onu yıpratmak anlamına gelmez. Çünkü demokratik bir hukuk devletinde olması gereken ordunun siyasete karışmamasıdır. Hiçbir gerçek demokraside ordunun rolü dış savunmanın ötesine geçmemekte, Genel Kurmay Başkanı bizde olduğu kadar sık ekranlara çıkıp iç siyasete müdahale etmemektedir. Hatta gelişmiş ülkelerin pek çoğunda halk Genel Kurmay Başkanının kim olduğunu dahi bilmez. Ve bu ille de kötü bir durum değil, tam tersine, demokratik bir hukuk devletinin doğal sonucudur.
Ancak son zamanlarda, kimilerince “ordunun yıpratılması” olarak algılanan durumun farklı bir veçhesi daha var. Özellikle altını çizmek isterim: orduyu “yıpratmak” kavramı sadece Türkiye’de geçerli olan bir kavram. Çünkü sadece Türkiye’de ordu bu kadar öncelikli bir siyasi role sahip. Yani aslında durumun bu noktaya gelmesinde ordunun suçu çok büyük. Bu zamana kadar Şemdinli olaylarını kabul etmekten tutun da, 12 Eylül cuntasının hukuk dışı bir çok uygulamasıyla, Ayışığı, Sarıkız gibi darbe planlarıyla zaten şaibelenmiş olan TSK’nın, kendini temize çıkarmak için yapabileceği en iyi şey gerçekten de ülkenin dış savunmasına odaklanmaktır.
Ancak “askeri vesayetten kurtulma”, dahası “sivilleşme” olarak algılanan bu durum, sanıldığının aksine, ille de demokratikleşmeyi getirmiyor beraberinde. Ülkemizde gerçek bir sivil demokrasinin uygulanabilmesi için, öncelikle 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi ve sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir Anayasa oluşturulması gerekli. Türkiye’de demokratik hukuk devletini güçlendirmenin en önemli adımlarından biri bu olacaktır.
Daha sonra ise köklü bir yargı reformu gerçekleştirilmeli, onyıllarca süren davaların yerine, gerçek suçluların bulunup adalete teslim edildiği şeffaf bir sistem uygulamaya koyulmalıdır. Belki o zaman Uğur Mumcu’nun, Hrant Dink’in katli, Madımak Oteli, Maraş Katliamı gibi tarihimizi lekeleyen cinayetlerin de gerçek hesabı sorulabilir.
Ayrıca unutulmamalıdır ki demokrasi sadece dört beş senede bir sandığa gidip oy vermek değildir. Demokrasinin baş aktörleri sadece siyasi partiler değil, halk ve bireylerdir. Dolayısıyla gerçek bir hukuk devleti ve gerçek bir demokratik sistem için bütün bu saydıklarımın yanında sivil inisiyatifin de geliştirilmesi gereklidir. Bu da halkın örgütlenerek baskı kurabilmesi, hükümetten ya da diğer devlet kurumlarından hesap sorabilmesi anlamına gelir.
Görüldüğü üzere sadece darbe planlarını ya da TSK’yı değil, bütünüyle devlet sistemini sorgulamamız, ve artık 21. yüzyıl Türkiye’sine yetersiz kalan bu hantal devlet yapısını yenileştirmemiz lazımdır. Bu yeni sistemde farklı kültürlerle bir arada yaşamı benimseyen, demokrasiyi özümsemiş bir toplumsal yapı kurmamız büyük önem taşımaktadır....

14 Kasım 2010 Pazar

EĞİTİM GELİŞİMİ VE TOPLUMSAL YAKILAŞMA

                             Değer yargıları, kültürü, dünyayı algılayışı ve siyasi tercihleri ile birbirinden ayrışmış iki farklı toplumsal yapının varlığını hisseder gibiyiz. Türkiye adeta birbirinden keskin çizgilerle ayrılmış farklı iki  toplumu
bir arada barındırmaya doğru gitmekte; Bir yanda, kentli, daha iyi eğitimli, göreceli  yüksek gelirli, kendilerini dini değerlere aşırı bağlı hissetmeyen, laik olduğunu söyleyen bir kesim ile, öte yanda kırsal bölgelerde yaşayan, daha az eğitimli, göreceli olarak geliri daha düşük, kendilerini İslamcı ve dindar olarak tanımlayan bir başka kesim var. Buradan hareketle, ileride gerçekleşebilecek ekonomik gelişme, kentleşme ve eğitim olanakları arttıkça bu iki kesimin birbirine yakınlaşacağını söyleyebiliriz. Ancak, Türkiye’de bugüne dek gerçekleşmiş ekonomik gelişme ve kente göçe rağmen süregelen ve hatta şekil değiştirip daha kronikleşmiş olan bu ikili yapının iktisadi gelişme ve kentleşme ile kendiliğinden çözüleceğini söylemek konuyu basite indirgemek olabilir. Bu açıdan, ikili yapıyı çözüp birbirine yaklaştıracak eğitim politikalarının önemi daha da belirginleşmektedir.

Birçok araştırmanın ortaya koyduğu gibi, burada gerçekleşebilecek ekonomik gelişme, kentleşme ve eğitim olanakları arttıkça bu iki kesimin birbirine yakınlaşacağını ve birbirilerini anlama ve algılamalarının artacağının ve bununda ancak
eğitimin rolüyle oluşacagını özellikle vurgulamak isterim

Gerçekleştirilen hemen hemen tüm araştırmalar, demokratik, liberal ve diğer siyasal düşünce ve  değerlere sahip çıkma konusunda eğitimliler ile eğitimsizler arasında önemli farklılıklar gözükmekte, her bir eğitim kademesi bir alttakine göre daha demokratik bir yapıya doğru büyük bir sıçramaya işaret etmektedir.

 Türkiye’deki eğitim olanakları geliştirilip eğitimin içeriği zenginleştirildikçe ekonomik kalkınmanın yanısıra demokratikleşmeye ve bu süreçte ortaya çıkan din-siyaset sürtüşmesine ilişkin sorunların çözümüne büyük  katkısı olacaktır. Gerçekleşebilecek ekonomik gelişme, kentleşme ve eğitim olanakları arttıkça bu iki kesimin birbirine yakınlaşacağı kolaylık sağlanmış olacaktır.

10 Kasım 2010 Çarşamba

JEAN-JACQUES ROUSSEAU:TOPLUMSAL SÖZLEŞME

Amacım, sivil toplumda, insanları olduğu gibi kanunları ise olmaları gerektiği gibi kavrayan her hangi bir meşru ve kesin bir idare kuralının olup olmadığını araştırmaktır. Bu araştırmada, adalet ile çoğunluğun mutluluk ve çıkarı bağdaşsın diye, çıkarların gerekleri olan haklar ve hukukun yükümlülüklerini her zaman bağdaştırmaya çabalayacağım.
Konuya, onun önemini göstermeksizin başlayacağım. Siyaset üzerine yazı yazan bir prens ya da millet meclisi üyesi olup olmadığım sorulabilir. Cevabım olmadığım şeklindedir ve bu siyaset üzerine neden yazı yazdığımın da en önemli sebebidir. Bir prens ya da kanun yapan bir kimse olsaydım, olması gereken şeyleri söyleyerek vaktimi harcamazdım; ya yapardım ya da susardım.
Doğuştan özgür bir devletin vatandaşı ve egemen olanların bir üyesi olduğumdan bu devlette sahip olduğum oylama hakkı, kamusal işlerde benim sesimin ne kadar etkili olduğu önemli değil, vazifemin onlar üzerine çalışmak olması için yeterlidir. Ve devlet üzerine her ne zaman tefekkür etsem araştırmalarımın ülkemi sevmem için bana her zaman yeni sebepler verdiğini görmekten büyük bir haz alıyorum!
İnsanlar özgür doğarlar ama  her yerde boyunduruk altındadırlar. Birisi kendisini diğerlerinin efendisi olarak görebilir; ancak, o aslında en büyük köledir. Bu değişim nasıl meydana gelmektedir?. Bilmiyorum. Bunu ne meşru kılabilir? Bu soruya cevap verebileceğime inanıyorum.
Güç ve onun etkilerinden başka hiçbir şeyi düşünmeseydim şöyle söyleyebilirdim: bir kişi itaat etmeye zorlanır ve itaat ederse bunu en iyi biçimde yapar; kendi üzerindeki boyunduruğu kaldırıp atmaya kalkar ve atarsa bunu daha da güzel bir biçimde yapar. Özgürlüğü hissettirilmeden elinden alınan kişi özgürlüğünü geri almakta haklı olduğu gibi ilk aşamada özgürlüğünün elinden alınması da yanlıştı. Ancak, sosyal düzen diğer herkes için ana prensip olarak vazife gören kutsal bir haktır. Yine de bu hak doğadan kaynaklanmamaktadır ve bu nedenle sözleşme ile tesis edilebilir. Problem bu sözleşmelerin ne olduğunu bilmektir...
Benim konumla bağlantılı olarak bu problem aşağıdaki terimlerle ifade edilebilir: ‘toplumun bütün gücüyle her bir üyenin mallarının ve kendilerinin korunduğu ve savunulduğu, geride kalan herkes katılırken her bir üyenin  kendisinden başka kimseye boyun eğmediği ve daha önce olduğu kadar özgür kaldığı bir birliğin şeklini bulmak’. Bu toplumsal sözleşmenin cevabını verdiği temel problemdir.
Bu sözleşmenin hükümleri....doğru bir şekilde anlaşılırsa, aşağıdakilere indirgenebilir: her bir üyenin, bütün haklarından feragat edip onları bir bütün olarak topluma devretmesi. İlk aşamada, herkes kendisininkini tamamen devredeceği için koşullar herkes için eşit olacaktır ve koşullar herkes için eşit olacağından hiçbir kişinin çıkarı geri kalanlar için bir külfet oluşturmayacaktır.
Ayrıca, feragat ve temlik etme her hangi bir rezervasyon olmaksızın yapılacağından birlik mümkün olduğunca mükemmel olacaktır ve hiçbir üye talep edecek daha fazla şey bulamayacaktır. Fertler bazı hakları ellerinde bulundurmaya devam edeceklerse, kendisi ile toplum arasında hüküm verecek genel ve daha üstün her hangi bir muktedirin yokluğunda, her kes belirli meselelerde kendi kararını verebilecektir ve hemen sonra her meselede de böyle davranmak isteyecek; doğal yaşam devam edecek ve birlik, ister istemez, istibdatçı ya da anlamsız bir hale gelecektir.
Nihayet, her fert, bütün meselelerde karar verme yetkisini kendi üzerine alarak, kendisi, gerçekte, hiçbir konuda karar verme yetkisini üzerine almamaktadır ve aynı haklara sahip olmayan sizden üstün hiçbir üye olmayacağından bütün kaybettiklerinize eşdeğer olanı kazanacaksınız ve sahip olduğunuzdan daha büyük bir güç elde edeceksiniz.
Sosyal sözleşmenin, asıl özüne inilirse, aşağıdaki şartlara indirgenebildiği görülebilir: ‘Her birimiz, müştereken, kendimizi ve bütün gücümüzü çoğunluğun iradesinin daha üstün olan iradesine tabi kılarız ve müşterek kapasitemizle, her bir üye bütünün ayrılmaz bir parçası olarak  kabul ediliriz’...

IMMANUEL KANT:SIYASI HAKLARDA TEORI-PRATIK ILIŞKISI

7 Kasım 2010 Pazar

DOĞAL BİREYSEL HK VE ÖZGÜRLÜKLER

                                  
                    Dünyadaki herkese başkaları tarafından ihlal edilemeyen ve zorla ele geçirilemeyen doğal bireysel hak ve özgürlükler verilmiştir. Herkes, kendisine ait hak ve özgürlüklere sahiptir ve hiçbir kişi, doğal ilkelere saldırılmaksızın ve bu ilkeler ile insanlar arasındaki eşitlik ve adaletle ilgili kurallar açıkça ihlal edilmeksizin, bu hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılamaz: hiçbir kişi benim hak ve özgürlüklerim üzerinde bir yetkiye sahip değildir; ben de başkalarının hak ve özgürlükleri üzerinde bir yetkiye sahip değilim; bir birey olarak kendime ait olan hak ve özgürlükler üzerinde selahiyete sahibim ve sahip olduğum mülkiyetten istifade ederim ve kendime ait olan mülkiyetten başkasını kayda geçiremem; eğer daha ötesine cüret edersem üzerlerinde hiçbir hakka sahip olmadığım diğer kişilerin hak ve özgürlüklerine tecavüz eden bir kişi olurum. Bütün insanlar doğuştan eşittirler ve mülkiyet ve özgürlüklerden yararlanma konusunda da birbirlerine benzerler. Tanrı tarafından doğanın ellerine bırakılmamız nedeniyle herkes doğal ve tabii özgürlük ve haklara sahiptir. Herkes eşit bir biçimde ve aynı şekilde bu hak ve imtiyazlardan faydalanır.
...İnsanlar, zararlı ve çirkin her şeyden kendilerini korumak için doğal bir iç güdüye sahiptirler ve doğa herkese rasyonel, eşit ve adil olmayı bahşetmiştir. İnsanlara ait bütün güçlerin kaynağı budur: gücün kaynağı doğrudan doğruya Tanrı değil (krallar öncelikli olarak hak sahibi olduklarını iddia ederler), ancak aracılar vasıtasıyla doğadır.  İnsanlara ait bütün kuvvetleri Yaratıcı yarattıklarına aşılamıştır ve bunlarda bu kuvvetler zamanla gelişmiştir...Her insan doğası gereği kendi doğal koşullarında ve alanında bir kral, bir rahip ve bir peygamberdir. Bu nedenle doğal hak ve özgürlüklerinden onun rızası olmaksızın, yetki devri olmaksızın hiçbir kimse pay alamaz.
 
Bu nedenle bu ulusun özgür insanları için, onların refahı, idaresi, hükümeti ve emniyeti için onların her biri kendi doğal hak ve güçlerini  seçim yolu ile sana bağışladıkları ve sende birleştirdikleri hak ve yetkileri sayesinde onların egemenlik güçlerinin tek başına sahibi olacaksın. ...

1 Kasım 2010 Pazartesi

EŞİT YURTTAŞLIK TALEPLERİNE KAYITSIZ KALAMAYIZ.?

                          
 
                                          Herkesin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak bir ve eşit olma talebi ve sorunu var. Türkiye'de Aleviler ezildi, dışlandı, kötülendi, karalandı. Türkiye'de Kürtler yok denildi, inkar edildi. 'Böyle bir köken, böyle bir dil yok' denildi, 'böyle bir inanç yok' denildi. Bunları kaldıralım. Artık dünyada bu tabular, bu ayrımlar, bu kamplar bitti. İnsanlarımızı eşit yurttaşlık hakkında, hukukunda birleştirelim. 'Eşit yurttaşlık talebi mi var, herkes eşit zaten, Anayasa'da öyle yazıyor' dediler. Herkes eşitse Kadıköy Meydanı'nda binlerce, yüz binlerce insan niye 'eşit yurttaşlık istiyoruz' diye toplandılar? Herkes eşitse yıllardın güneydoğuda dökülen kan niye durmuyor? Ezberlerimizden vazgeçmemiz, her şeye yeniden bakmamız gerekiyor...Bu Vatan bizim.HEPİMİZİN....