Kültür ve Turizm Eski Bakanı İzmir Milletvekili
ERTUĞRUL GÜNAY'ın
Gezi Parkı Olayları Hakkında Basın Açıklaması 19.06.13-Ankara
Üç haftaya yakın bir süredir ülkemiz üzüntü verici olaylar yaşadı. Günlerden beri
sokaklar ve meydanlar, farklı nedenlerle biraraya gelen çeşitli yaş ve meslek gruplarından
öfkeli insanlarla doldu, taştı.
Haklı bir çevre duyarlığından yola çıkanlara, başlangıçta reva görülen anlayışsız, haksız
davranışlar, ülke düzeyinde milyonlarca insanın tepki göstermesine ve alanlara çıkmasına
yol açtı.
Bir takım bozguncular ve -kime hizmet ettikleri belli olmayan- kışkırtıcılar da, zaman zaman
bu toplulukların arasına ve arkasına saklandı; yurttaşların canına ve malına yönelik
yasadışı eylemlerle toplumun huzurunu, güvenliğini ve esenliğini tehdit etti.
Aldıkları talimatların katılığı karşısında çaresiz ve moralsiz güvenlik güçleri, bu bozguncu
ve kışkırtıcıları yakalayıp teşhir etmek yerine -bazen haksız ve gereksiz, bazan haklı ama
ölçüsüz- müdahaleleriyle olayları önlemek ve yatıştırmak bir yana, biriken toplumsal
öfkenin daha da derinleşmesine, yaygınlaşmasına neden oldu.
Bazı muhalif siyasi güçler ve onların gölgesine sığınan yasadışı örgütler, bu basit, fakat iyi
yönetilemeyen süreçten, iktidara karşı sanki bir ayaklanma hayal ve hevesi yaratmaya
çalıştılar. Bu hayale dayalı söylem, kaçınılmaz olarak ülkenin büyük çoğunluğunu rahatsız
ve -bu çevre duyarlığına başlangıçta yakınlık duyan- AK Parti tabanını da tedirgin etti.
Olaylarda bugüne kadar -biri polis- bir çok yurttaşımız canını, gözünü ya da bir uzvunu
yitirdi. Evler, işyerleri, araçlar, parti binaları, ekonomimiz, ülkemizin dışarda görüntüsü, -
bütün bunlardan daha vahim olmak üzere- toplumumuzun barış içinde ve birarada yaşama
duygusu tahrip edildi.
Bu kadar ağır bedeller ödediğimiz, haftalardır tartıştığımız, insanlarımızı neredeyse
çatışma eşiğine getiren olayların temelinde bir çevre sorununun, 'Taksimde kalan son yeşil
alanın yeşil kalması' gibi masum, insani, medeni bir talebin bulunduğu, -bu başlangıç
noktası- hiç unutulmamalıdır.
Çünkü bu nokta bizi, yönetim anlayışımızla ilgili bir özeleştiri yapma ihtiyacıyla yüzyüze
getirmektedir.Böyle bir taleple karşılaşınca, ilgili ve sorumlu kamu biriminin "yurttaşların itiraz ve
istemlerini değerlendireceğini, ağacın ve çevrenin korunmasına özen göstereceğini" söylemesi,
olayın başladığı gün güzellikle sona ermesini sağlayabilirdi.
Bunun yerine, daha ilk günden bütün bu istemlerin kökten reddi, başlangıçta her
kesimden İstanbullunun (AK Partililerin, başka partililerin, mütedeyyinlerin,
modernlerin) sahip çıktığı bu hemşehri dayanışmasına, -bu birliktelik görülmesin diye- 31
Mayıs Cuma sabahı kasıtlı, haksız ve yersiz şiddet ve aynı gün çıkan mahkeme kararını
hiçe sayan ifadeler, insanları tepkiye ve isyana yöneltti.
Kuşkusuz, ülkenin birçok yerinde (80'e yakın ilde) sokağa dökülen insanlar tümüyle o
parkı, yeşil alanı, o ağacın isyanını bilmiyor. Ama herbirinin bir itirazı, hayatında
başkasının karışmasından hoşnut olmadığı bir söz, bir durum var.
Gezi Parkı, bütün bu hayata karışan, onu kuşatan söylem ve ortama itiraz edenlerin,
korkusuz bir toplumda özgürce yaşamak isteyenlerin toplandığı bir ortak alan. "Mesele
Gezi Parkından ibaret değil arkadaş!" mesajıyla anlatılmak istenen de bu!
Bu tepkiyi anlamak ve yeni tepkilere yol açmadan sükuneti sağlamak, her ülkede ve her
demokratik toplumda yönetimin görevidir.
Bu insanlar, özellikle gençler çoğunlukla hiçbir partiye yakınlık duymuyor. Ekonomide
alınan mesafe, ulaşımda, sağlıkta, turizmde yaşanan gelişmeler, hele ülkenin onyıllardır
kanayan yarasının barışla iyileştirilmesi umudu bize ilgi duymalarını sağlayabilirdi,
(İstanbul'da, İzmir'de bunun örneklerini gördüm). Şimdi bu olaylarla, bu şansı yitirmekte
olduğumuzdan kaygı duyuyorum.
Yönetim, suhulet (kolaylık), şefkat ve adaletle olur. Husumetle, şiddetle ve nefretle olmaz.
Bizim tarihen ve bugün özenle ve yeniden sarılmamız, ülkeyi yönetirken hiç aklınızdan
çıkartmamanız gereken ilke budur.
Öte yandan, demokrasiye ve demokratik bir hukuk devletinde siyasal iktidarın ancak
seçim yoluyla değişeceğine inanan yurttaşlarımdan da artık evlerine dönmelerini özellikle
diliyorum.Bu saatten sonra sokaklarda ve meydanlarda devam eden ve polisin müdahalesine
haklılık kazandıran her türlü gerginlik, demokrasi ve özgür toplum idealine inananların
değil, bu gerginlikleri bahane ederek otoriter/baskıcı bir yönetim kurmayı hayal edenlerin
işine gelir. Türkiyemizin yakın tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Oysa, hepimizin ortak hayali hertürlü kurumsal ve kişisel vesayetten arınmış, hiçbir
kişinin, sınıfın ya da grubun boyunduruğu altında olmayan, özgür, eşit ve korkusuz
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olmaktır!
TBMM'nin bir üyesi ve milletin bir vekili olarak bu duygu ve düşüncelerimi
kamuoyumuza saygı ile sunarım.
Ertuğrul Günay