Son günlerde gündemi meşgul eden “askeri vesayet mi sivil vesayet mi?” sorunsalının birden fazla parametresi olduğunu düşünüyorum. Öncelikle unutmamak gerekir ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasetten elini çekerek sadece ülke savunmasına odaklanmasını istemek, orduya hakaret ya da onu yıpratmak anlamına gelmez. Çünkü demokratik bir hukuk devletinde olması gereken ordunun siyasete karışmamasıdır. Hiçbir gerçek demokraside ordunun rolü dış savunmanın ötesine geçmemekte, Genel Kurmay Başkanı bizde olduğu kadar sık ekranlara çıkıp iç siyasete müdahale etmemektedir. Hatta gelişmiş ülkelerin pek çoğunda halk Genel Kurmay Başkanının kim olduğunu dahi bilmez. Ve bu ille de kötü bir durum değil, tam tersine, demokratik bir hukuk devletinin doğal sonucudur.
Ancak son zamanlarda, kimilerince “ordunun yıpratılması” olarak algılanan durumun farklı bir veçhesi daha var. Özellikle altını çizmek isterim: orduyu “yıpratmak” kavramı sadece Türkiye’de geçerli olan bir kavram. Çünkü sadece Türkiye’de ordu bu kadar öncelikli bir siyasi role sahip. Yani aslında durumun bu noktaya gelmesinde ordunun suçu çok büyük. Bu zamana kadar Şemdinli olaylarını kabul etmekten tutun da, 12 Eylül cuntasının hukuk dışı bir çok uygulamasıyla, Ayışığı, Sarıkız gibi darbe planlarıyla zaten şaibelenmiş olan TSK’nın, kendini temize çıkarmak için yapabileceği en iyi şey gerçekten de ülkenin dış savunmasına odaklanmaktır.
Ancak “askeri vesayetten kurtulma”, dahası “sivilleşme” olarak algılanan bu durum, sanıldığının aksine, ille de demokratikleşmeyi getirmiyor beraberinde. Ülkemizde gerçek bir sivil demokrasinin uygulanabilmesi için, öncelikle 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi ve sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir Anayasa oluşturulması gerekli. Türkiye’de demokratik hukuk devletini güçlendirmenin en önemli adımlarından biri bu olacaktır.
Daha sonra ise köklü bir yargı reformu gerçekleştirilmeli, onyıllarca süren davaların yerine, gerçek suçluların bulunup adalete teslim edildiği şeffaf bir sistem uygulamaya koyulmalıdır. Belki o zaman Uğur Mumcu’nun, Hrant Dink’in katli, Madımak Oteli, Maraş Katliamı gibi tarihimizi lekeleyen cinayetlerin de gerçek hesabı sorulabilir.
Ayrıca unutulmamalıdır ki demokrasi sadece dört beş senede bir sandığa gidip oy vermek değildir. Demokrasinin baş aktörleri sadece siyasi partiler değil, halk ve bireylerdir. Dolayısıyla gerçek bir hukuk devleti ve gerçek bir demokratik sistem için bütün bu saydıklarımın yanında sivil inisiyatifin de geliştirilmesi gereklidir. Bu da halkın örgütlenerek baskı kurabilmesi, hükümetten ya da diğer devlet kurumlarından hesap sorabilmesi anlamına gelir.
Görüldüğü üzere sadece darbe planlarını ya da TSK’yı değil, bütünüyle devlet sistemini sorgulamamız, ve artık 21. yüzyıl Türkiye’sine yetersiz kalan bu hantal devlet yapısını yenileştirmemiz lazımdır. Bu yeni sistemde farklı kültürlerle bir arada yaşamı benimseyen, demokrasiyi özümsemiş bir toplumsal yapı kurmamız büyük önem taşımaktadır....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder