2 Kasım 2011 Çarşamba

BİRİMİZ ÜŞÜYOR SA HEPİMİZ ÜŞÜMELİYİZ.....


 


Onlar, o hiçbir şeyden yapılmamış adamlar,
Üşümüş, yorgun ve bütün gün adres soranlar… (Edip Cansever)
                                      Yoksulların en korktuğu mevsimdir kış. Sevmemek değil, korkmak… Yoksa ipince yağan yağmurlar sevilmez mi hiç? Yoksullar da sever elbet kış aylarını ama işte korku başka bir şeydir. Kara kışa ağız dolusu sövgü vardır, şu soğuklar bir bitse, cemre düşse, bahar bir görünse… Zira ayaz gözkapaklarını dondurur, zalim rüzgâr kemiklerini kırar insanın. Oracıkta bekleyen türlü hastalıklar  vardır: Böbrekler üşür, ciğerler üşür, bakışlar dahi üşür. Üşümek, hep üşümek, giderek daha fazla üşümektir yazgısı yoksulların. Üstelik dünya da kapamıştır gözlerini yoksullara. Kalpler kırılmamak üzere buz tutmuştur. Ve ölüler insanlar sessiz sedasız, ağıtsız ve matemsiz. Yetersiz beslenmeden, çok üşümekten, yorgunluktan ama en çok da çaresizlikten, umutsuzluktan… Ölümün en kötüsüdür bu, Ahmed Arif’in ifadesiyle “fukaranın ölümü”.

                                         Yoksul insanlar nerede ölürler? Derme çatma evlerinde... Ama bir de “evsizler” vardır. Yani iki göz odası olmayanlar… Tekmil sokaklardır bu insanların evleri. Bu dünyada başlarını koyacakları bir evleri olmamıştır. Yoksulluktan da öte “sefalettir” bu. Kışın çırılçıplak şiddeti, en fazla evsizleri vurur. Tüm kapılar kapalıdır, camilerinki bile. Türkiye’de yaklaşık 70 bin “evsiz” insan var. Devletin, sermayenin ve toplumun her gün bir sel gibi yanından akıp geçtiği ama bir türlü farkına varmadığı 70 bin insan... Kimsenin görmediği bu insanların çoğu donarak ölüyor. Büyük ve yüksek güvenlikli siteler inşa ediliyor, boyuna kalkınıyoruz inşaat sektöründe ama memleketin evsizlerine küçücük de olsa bir yer tahsis etmek kimsenin aklına gelmiyor maalesef.
                                            Neyse ki, “merhamet” duygusu aşınmamış olanlar var.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder