Cumhuriyet’in kayıp ruhu
Adeta reddi miras ile kurulan Cumhuriyet’in en büyük sorunu kendisini oluşturan unsurları bir arada tutan ortak değerler paydasını genişletememek oldu. Çünkü geri kalmışlığın nedenlerini Osmanlı ve İslam geleneği ile Doğulu olmakta arayan Cumhuriyet elitleri, birleşik bir millet olmak için gerekli pek çok damarı bilmeden kopardılar. Tarih, gelenek, kültür ve dinin yerini bilim ve Batılı anlamda milliyetçilik ile doldurabileceğini düşünen elitler beklenebileceği üzere bunu da başaramadılar. Ne demokrasi ne de serbest piyasa değerleri devlette kök saldı. Geçici önlemler kalıcı hale geldi, geçiş döneminin aşırılıkları Cumhuriyet’in temel değerleri sanıldı. Sonuçta milletiyle kopuk, hatta halkını potansiyel düşman sayan, demokrasi ile Cumhuriyet’i rakip bilen, darbeciliği yöntem, zorbalığı erdem zanneden ve kendisini de Cumhuriyet’in sahibi ve bekçisi olarak gören gruplar ortaya çıktı.
Cumhuriyet tarihine bakarsak devletin her kesim ile kavgalı olduğunu rahatça görürüz. Kürtler, dindarlar, İslamcılar, gayri-Müslimler, geleneksel kıyafetliler, Aleviler, solcular, sağcılar, ülkücüler ve daha niceleri. Bırakınız halkı, kendisini devlet sanan mekanizma seçilmiş hükümetlerle bile kavgalı oldu, ona karşı darbe yaptı, hatta başbakan idam etti vs.
Bu şekilde 21. yüzyılda yol alınamayacağı açık. Yapılması gereken ilk iş gelenek, kültür, din ve doğulu olmakla liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin çelişmediği gerçeğini devlet aklının merkezine yerleştirmek. Rahmetli Turgut Özal bu konuda en önemli adımları atmıştı. Yapılması gereken onun yarım bıraktığı işleri tamamlamaktır. Ancak, bu söylediğimiz sanıldığı kadar da kolay bir iş değildir. Kaybedilen yıllar ve geçmişte bırakılmış güçlü bağların ıslahı, güçlendirilmesi, bazı yönleriyle de günümüze uyarlanması gerekmektedir. Başka bir deyişle Osmanlı değerlerini ham olarak alır, neo-Osmanlıcılık deyip bugüne taşımaya kalkarsanız olmaz. Çünkü hayat Osmanlı’yı aşalı çok oluyor.
Bu bağlamda ilk ve en önemli iş Türkiye insanlarını birleştiren ‘ortak payda’yı genişletmek ve güçlendirmek olmalıdır. Her milletin ortak değerlerinden oluşan bir paydası vardır. O payda ne kadar kapsayıcı ise o millet ve onun devleti o kadar güçlü ve başarılı olur. Bunu söylerken elbette farklı fikirler olmasın, farklar ortadan kalksın demiyoruz. Tam aksine, “farklar olabildiğine çoğalsın, ancak bu farkların hepsinin kesiştiği asgari müşterek geliştirilmeli” diyoruz. Örneğin ABD’de ister Demokrat olsun, isterse Cumhuriyetçi, ifade özgürlüğü en temel değer ve ortak paydadır. Amerikalılar Irak’ta ne yapacakları konusunda çok farklı yöntemleri savunabilirler, ancak iş Amerika’yı Amerika yapan temel değerlere ve bu ülkenin dünyadaki çıkarlarının korunmasına geldiğinde akan sular durur ve partiler arasındaki farkları görmek zorlaşır. Aynı durum Fransa için de, İngiltere için de geçerlidir. Oysa Türkiye’de millet, milliyetçilik, dinin yaşam içindeki yeri, laiklik, ifade özgürlüğü, demokrasi, kılık kıyafet serbestîsi ve diğer bazı temel değerlerde dahi bir mutabakatın kurulamadığı görülüyor. Elbette aşırı uçlar olur, her ülkede temel değerlere farklı bakanlar da ortaya çıkabilir. Ancak bizdeki durum çok daha vahim. Başka ülkelerde marjinal olması gereken oluşumlar bizde ana akımlardan biri haline dahi gelebiliyor.
Özetle farklılıklarımızı koruyarak, müştereklerimizi arttırmamız gerekiyor. Bu konuda elimizde kıymetli bir örnek de var aslında: Çanakkale Ruhu. 97 yıl önce bugün, 18 Mart 1915’de bu toprakların insanları eşine az rastlanır bir destanı hep birlikte yazdılar. Cephede hiç kimse yanındakinin mezhebini, kıyafetini, ideolojisini, memleketini vs. merak etmedi. O gün tüm Türkiye oradaydı ve hep birlikte kutsallarını savundular. Türkiye aynı ruhu ve o kadar geniş bir ortak paydayı Kurtuluş Savaşı’nda bile yakalayamadı. 3 yıl sonra Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı, 2023 ise Cumhuriyet’in 100. yıldönümü...bunlar tartısılmalı...ınatla ve ısrarla....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder