Eskiden… Kitaplarımızın herhangi bir Batı diline çevrilmesi, elde edilebilecek en iyi sonuç kabul edilirdi.
Şimdi… Bu çevirilerin daha çok okunması, yankı uyandırması gerektiği fikri canlandı.
SENİN YAZARINI OKUMAYAN, POLİTİKACINI DİNLER Mİ?
Acaba biz Türkler, uluslararası başarıyı daha ziyade doğrudan politika, ekonomi ve futbol alanlarında mı arıyoruz?
'Fetih ruhu'nun barış dönemine uyarlanmasından doğan bir eğilim olabilir mi bu?
Halbuki genel olarak sanatçılar ve elbette yazarlar, ülkelerini temsil etmede politikacı, işadamı ve futbolculardan çok öndedirler.
Sözgelimi, Rus'u ve Rusya'yı Putin'in ağzından değil, Tolstoy'un kaleminden tanırız.
Zihnimizdeki Amerika imgesi, büyük ölçüde Hollywood ürünüdür.
Umberto Eco, 30 yıldır İtalyan yetenek, zeka ve bilgisinin sembolü konumunda. Sivil bir imparator gibi…
mimari, felsefe, sinema, resim, müzik, heykel, gibi alanlardaki imkanlarımızı ayrıca incelemek gerek.
Fakat şu kesin: Türkiye, edebiyat gücünü çok daha verimli kılabilir.
Yurtiçinde yasakçılıktan, yurtdışında çekingenlikten hiçbir fayda doğmayacağı aşikar.
Haşmet Babaoğlu bir köşe yazısında bakın ne diyor?
'Kitap okuma alışkanlığı; meselesi ve soruları olmaya, hatta insanın can sıkıntısının bile hakiki olmasına dayanır. Bir kitabın kapağını açıp okumaya başladığımız şey aslında insandır, toplumdur, evrendir, hayattır. Manevi, millî, evrensel ve varoluşsal sorunları bastırıp resmileştiren bir eğitim sistemi, kitabı istediği kadar övsün… İşe yaramaz.' [24 Nisan, Sabah]
Sanırım, bu müthiş tespiti de göz önünde tutmalıyız.
Düşünerek yaşadığımızda; kitapların politika, ekonomi, futbol da dahil hayatın tümünü kuşatmaktan doğan gücünü kavrayacağız.
Asıl açılım o zaman başlayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder