20 Şubat 2011 Pazar

HALKÇI DEĞİL HALKIN KENDİSİ OLABİLMEK......

AKP, 1990’ların art arda gelen krizlerinden, yoksullaşmadan bunalmış halk kesimlerinde, “güç ve iktidarın ekonomik sıkıntıları azaltmaktan daha değerli bir içeriği ve meşruiyeti olamaz” inancının zirveye çıktığı noktada iktidar oldu. Aradan geçen zaman zarfında, iktisadi alanda gerçekleştirdikleriyle o sessiz devrimin aktörlerinin tarihsel hesaplaşmasını yapabilecekleri tarihsel eşiğin aşılmasını sağladı. Birikim’de 2002 seçimlerinin hemen sonrasında öngörüldüğü üzere, toplumun asıl gücünü göstermiş, bunu iyi yönetmiş bir AKP ve onu destekleyen Türk orta sınıfları, toplumun kadim egemenlerine hesap veren konumundan onlardan hesap soran konumuna geçtiler.

Bu yeni muhafazakar-demokrat burjuvaziyi ve yükselen orta sınıfı temsil etmeye en yetkin kişiydi Erdoğan. Asaf Savaş Akat’ın yerinde benzetmesiyle, Ecevit, Demirel, Baykal, Derviş ancak halkçı olabilirlerdi, Erdoğan ise halktı. Devletle sıkıntısı ilkesel olmaktan ziyade tarihsel olan bu yeni orta sınıf, Özal’la başlayan sürecin sahicileşmesi ve mütevazılaşmasıyla birlikte, daha kabadayı, daha otoriter ifadeli, nobran delikanlı tavrıyla bezenmiş bir muhafazakarlığı Erdoğan’ın şahsında merkeze yerleştirdi. Erdoğan’ın kişisel nitelikleri bu yeni muhafazakarlığın otantik olduğu kadar evrensel yanını da yansıtıyordu. Aynı zamanda, bu sessiz inkılâbın ivme kazandıracağı demokratikleşmenin imkânları kadar sınırlarını da ele veriyordu. Ne Erdoğan’ın ne de AKP’nin bir demokrasi mücahidi olmadıklarını, toplumun çoğunluğunun değerlerini temsil etme iddiasının verdiği güvene dayanan bir muhafazakar demokrasi anlayışına sahip oldukları Birikim’de çeşitli vesilerle hatırlatıldı. “Zinde güçlerin” bir an önce duruma el koymasına bel bağlamış, “ordu göreve” pankartları arkasında yürümekten gocunmayan laikçi modernlerden daha sahici bir demokratlıktı bu. fiüphesiz kendine demokrat olma eğilimleri güçlü idi fakat karşısındaki vesayet rejimi güçlerinin baskısı, onun demokratikleşme konusunda buzkırıcı bir işlev görmesini de sağlıyordu.

2007 seçimleri öncesinde laik cephenin Erdoğan’ın ve ardından Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı giriştiği yeni postmodern darbe teşebbüsü, AKP’ye yeniden burjuva demokratik dönüşüm bayrağını yükseltme ve etrafında daha geniş bir koalisyon oluşturma olanağı verdi. 2007 seçimleri sonrasında Birikim’de, AKP’nin şahsında artık nihai zaferini kazanmış sayabileceğimiz yeni egemenlerin, vasilerin imtiyazlarını, statülerini önemli ölçüde geriletmiş olduğu ve bu geriletmenin devam edeceği belirtiliyordu. Yeni anayasa beklentisi içinde, AKP’nin merkezinde olduğu bu yeni hegemonyanın ve sınıf egemenliğinin, birinci Cumhuriyet’e içkin vesayet rejimine son vermesi ve bunların temel hak ve özgürlükler üzerindeki ipoteklerinin kaldırılmasının beklendiği vurgulanırken; kaldırılanın yerine toplum çoğunluğunun ve burjuvazinin onayı alınarak yeni sınırlamalar getirilme ihtimalinin büyük olduğu da hatırlatılıyordu. AKP daha ortada yokken, MÜSİAD çevresinde Malezya modeli tartışılıyordu. Malezya modeli tam da İslami çoğunluğun desteğiyle ayakta duran muhafazakar/otoriter bir demokrasi ile kapitalizmin sentezi idi. Bunun İslam dışı versiyonu, Singapur modeliydi. Malezya modelini laikçi kalemşörler çok daha geç keşfettiler ve pop perspektiften onu değerlendirmekle yetindiler. AKP’nin demokratlığının sınırları Birikim’de birçok kez ifade edildi ama buna rağmen yaşananın bir burjuva demokratik devrim olduğu da belirtildi. Geçerken belirtelim ki bunun dış politikada da yansımaları görüldü. Örneğin, Kıbrıs politikasındaki pozisyon değişikliği, geç kalındığı için sonuç almaya yetmedi ama geleneksel dış politikada değişimin anlamlı bir ön işaretiydi.

AKP ile birlikte yeni burjuvazi toplumda güçlü bir rıza üretmeyi başardı. Sermayenin yeniden yapılanmasını düzenlerken, geleneksel büyük sermayenin göreli yoksullaşmasını değil, yükselen sermaye farksiyonlarının hızlı büyümeden daha büyük pay almasını mümkün kıldı. Böylece sermaye kesimleri içinde ağırlık merkezinin yükselen Anadolu sermayesine doğru kaymasına nezaret ederken, geleneksel büyük burjuvaziyi de tatmin etmekten geri kalmadı. Bu burjuvazinin hayat tarzı endişelerinin zenginliğini koruma kaygılarıyla büyük ölçüde dengelenmesini sağlayacak iktisadi ortamı yarattı.

Sol ise sanki pragmatizm ve klientalizmin Türkiye egemen sınıflarının kadim yönetim araçları olduğunu unutmuşçasına bunları Türkiye’de AKP icat etmiş gibi davranmaktan medet umuyordu. Bu açıdan AKP’ye yüklenirken, pragmatizme zaten sıcak bakan toplumun geniş bir kesimi ise gerçekten hizmet üreten klientalizmi hizmet üretmeyen klientalizme tercih ettiğini her vesileyle dile getiriyordu. AKP’nin iktisadi başarısının sahte olduğunu iddia eden sol, “kağıt üzerinde büyüme”, “hormonlu büyüme”, vs...gibi ucuz popülist laflar eşliğinde toplumun büyük bir kesiminin yoksullaşma yaşadığına kendini inandırmak, bununla avunmak istiyordu. Resmi verilerin yalan olduğu argümanına sığınmış okur yazarı bol bir çevre, ne kadar kendini ve başkalarını inandırmaya çalışsa da, Türkiye toplumunda 2002-2007 arasında mutlak yoksulluk artmadı, azaldı. Ortalama gelir seviyesi düşmedi, hissedilir biçimde arttı. 2009’daki sert resesyona kadar, toplum 1960’lardan beri görmediği istikrarlı bir büyümeye tanık oldu. Eşitsizlik arttı ama mutlak yoksulluk azaldı. “Hizmet götürmeyi her türlü icraat için yeterli meşruiyet olarak gören işgüzar kalkınmacı/zenginleşmeci anlayış”, orta sınıflarda güçlü bir rıza üretti. Sağlık konusunda, köy ve belediye hizmetleri konularında gerçekleştirilenler büyük kentlerin orta-üst sınıflarının yaşamlarında herhangi bir etki belki yaratmıyordu. Buna karşılık varoşlarda, kasabalarda, taşra kentlerinde yarattığı günlük yaşam değişikliği elle tutulur somutluktaydı. AKP belediyeciliği, Ankara hariç, genel olarak CHP, DYP veya ANAP belediyeciliğinin özlemle anılmasına pek fırsat vermiyordu. Elde edilen büyümenin, refah artışının bir gerçekliğe tekabül etmediğini, sahte olduğunu söyleyenler karşısında, AKP’nin bu tarz hizmetlerini kendisi açısından önemli ve yararlı gören emekçiler de, muhalefetin sesine pek fazla kulak asmadılar. Ekonomizmin iktidardaki versiyonunun muhalefetteki versiyonundan daha az bayağı ve daha az beceriksiz olduğunu hissettikleri için, ezilenlerin büyük çoğunluğu muhafazakar burjuva partisine oy vermeye devam etti (Birikim, s.220-221, “Burjuva demokratik dönüşüm ve sol”). Sadece “iyi Müslümanlar” veya “bizim gibi insanlar” iktidarda olduğu için değil, AKP’ye karşı sunulan iktidar alternatiflerine oy vermenin evdeki bulgurdan olma riskini çok güçlü biçimde taşıdığına inandığı için, AKP orta ve alt sınıflardan oy aldı. Büyük ihtimalle 2011 seçimlerinde benzer nedenlerle yüksek oy oranını koruyacak.

2 yorum:

  1. Sevgili Aybar,
    Yazını dikkatlice okudum. Seninle bu konuları yüzyüze tartışmaktan büyük keyif alırım. Yazdığın yazı temelsiz ve çelişkiler içeriyor. Halkın kendisi olduğunu ileri sürdüğün AKP halkı hiç düşünmüyor. Halkı sadaka kültürüne mahkum etmeye devam ediyor.
    "Güç ve iktidarın ekonomik sıkıntılarını azaltmaktan daha değerli bir içeriği ve meşruiyeti olamaz." cümlesi cafcaflı bir ibare de olsa içeriği boş. Ekonomik sıkıntıları tamamen çözülmüş bir ülke ama demokrasi yok krallık var. Hem de Allahın elçisi sıfatıyla. Suudi Arabistan örneği. Bu yeter mi. İnsan hakları ve demokrasi yoksa...
    Bu ülke hep ekonomik krizleri yaşadı ve yaşayacak. Sermaye birikimi olmadığı halde devlet eliyle yaratılan zenginler her dönemde var olacak. Her devir kendi zengin sınıfını ve burjuvazisini yaratacak.Özal döneminde Halis Ağa, RTE döneminde Çalık grubu gibi...
    Bu seçimlerde AKP büyük ihtimal tek başına iktidar olacak. Ama bu AKP nin yaptıkları nedeniyle bunu hakettiği için değil. Çoğunluk bunu istediği için. Unutma demokrasi ÇOĞUNLUK anlayışına değil ÇOĞULCU anlayışa dayanır. Çoğunluğun dediği demokrasi değil ÇOĞUNLUK DİKTASIDIR. Hitler de seçimle iş başına geldiğinde yüzde %50 den fazla oy almıştı ama onun yaptıkları doğru anlamına gelmez bu. Herkesin dediği doğru değildir. Galile Dünya yuvarlak dediğinde herkes dünyanın düz olduğuna inanıyordu. Galile herkesin dediği doğru deseydi ne olurdu?

    YanıtlaSil
  2. "Birinci Cumhuriyete içkin vesayete son vermesi" Bu cümle talihsiz bir cümle.
    2. Cumhuriyet mi kuruldu? Ya da kaçıncı cumhuriyette yaşıyoruz şimdi biz. Vesayete son vermek isteyenler önce gerçek demokrasi için tüm baskı unsurlarını kullanmaktan vazgeçsinler.
    Din bu toplumda baskı unsuru mu? Dini vesayet var mı?
    Ordu göreve diye pankart açanlar, bu çağda Darbeden medet umanlar elbette ki savunulamaz.
    Palyatif çözümlere değil kalıcı çözümlere ihtiyac var.Halkın eğitimi, sermayenin tabana yayılması, denetim mekanizmalarının yoğunlaştırılması,üretimin arttırılması,bürokrasinin azaltılması vb konularda. Ama öncelikle DEMOKRASİ için bu toplumun demokrasi kültürünü arttırmaya ihtiyaç var.
    Kadercilik mantalitesi değişmediği, Müslümanlık kıstası temel alınarak seçimler yapılmaya devam edildiği sürece iktidardaki SAĞ parti adı değişse de SAĞ zihniyet hiç değişmez. Ve senin ilk cümlende söylediğin gibi "art arda gelen krziler dolayısıyla yoksullaşmadan bunalmış halk" bu ekonomik krizlerin ekonomik yapı nedenitle değil Cumhurbaşkanının Başbakana Anayasa kitapçığı atması nedeniyle çıktığına da inanır.Daha kabadayı, nobran delikanlının "one minute" diyerek tüm dünyaya kafa tutacağına krizlerin teğet geçebileceğine inanır.
    "2002-2007" yılları arasında mutlak yoksulluk artmadı, azaldı. Ortalama gelir seviyesi düşmedi ciddi biçimde arttı." cümlesine katılmak mümkün değil.
    Dış borçlar azaldı, ekonomimiz büyüdü. Sağlıklı bir yapıya kavuşturuldu diyorsan ( ki bunun temellerinin Dervişin uygulamaya koyduğu mali displin yasasından kaynaklandığını zımnen kabul ediyorsun demektir) neden 1999 da geçici süre için konulan ÖTV bugün hala kaldırılmıyor?
    Ortalama gelir seviyesi artıyor peki bana söyler misin ortalama harcama seviyesi ne oldu? Eskiden cep telefonu mu vardı, internet mi vardı? Şimdi bunlar lüks mü? Yoksa bunlara sahip olanlar elde edilen büyümenin refah artışının bir göstergesi olarak mı kabul edilecek.
    Bunlarda Allah korkusu var çalmazlar diye düşünenler "Deniz Fenerini", Unakıtan'ın Maliye Bakanı iken oğluna yaptığı kıyağı, Türk Telekom ve PETKİM'in satışları ile ulusal sermayenin nasıl ve ne karşılığında yabancılara peşkeş çekildiğini sorgulamadan "SADECE MÜSLÜMANLAR" veya "BİZİM GİBİ İNSANLAR" diye istedikleri kişiye partiye oy verebilirler. Ben TEK BAŞIMA DA KALSAM(senin gibi eksiden aynı şeyleri düşündüğüme inandığım dostlar bırakıp gitse de) GALİLE'nin DÜNYA YUVARLAK ve DÖNÜYOR demeye devam ettiği gibi bu ülke ancak SOSYAL DEMOKRASİYİ GERÇEKTEN BENİMSEMİŞ bir anlayış iktidar olduğunda sorunlarından kurtulmayı başarabilecek demeye devam edeceğim.

    YanıtlaSil